Yüzyıllar boyunca yaşamın gelişimsel faktörlerinin kaynağı hakkında tartışmalar sürmektedir. Uzun zamandır devam eden bu tartışmanın merkezinde iki önemli koşul bulunmaktadır. Bunlardan ilki, doğduğumuz andan itibaren atalarımızdan kalıtımsal olarak bize aktarılan genetik faktörler ve ikincisi, doğduğumuz andan itibaren maruz kaldığımız çevresel faktörlerdir. Bunlardan hangisinin zekâ üzerinde daha etkili olduğu konusuna girmeden önce zekânın nasıl ölçüldüğünü bilmemiz gerekir.Birçok bilgin ve seçkin bilim adamı, kuramcı ve pratisyen, nasıl yetiştiğimiz ve yaptıklarımızı neden yaptığımız konusu hakkında cevap aramıştır. Pratiğinden absürdüne birçok teori öne atılmış ve birçok kişi bu teorilere yıllar boyu inanmıştır. Bu zor konulardan biri IQ olarak adlandırılan zekânın gelişimini etkileyen esasi kaynakların ne olduğudur.
19. Yüzyıl ortalarında, Avrupa’da psikoloji üzerine okulların oluşması, zekâ ölçümü için yeni metotların geliştirilmesini hızlandırmıştır. Bu dönemde davranışsal ve zihinsel olguların araştırılmasında istatistiksel analizin kullanılabileceğini düşünen ve anket kullanımının öncüsü olan Francis Galton, farklı formlarda bilgi toplamaya başlamıştı. 1904 yılında bir ihtiyaç üzerine, Fransız bir psikolog ve hukukçu olan Alfred Binet, ilk başarılı zekâ ölçümünün geliştirilmesi için yardımcı olmuştur. O dönemki Fransız hükümeti alternatif eğitime ihtiyaç duyulan öğrencilerin saptanmasını istemiştir. Bu konu hakkında araştırma komitesinde bulunan Binet ve meslektaşı Thedore Simon, o dönemde okullarda uygulanan eğitim müfredatından yararlanamayan çocukların belirlenip ayıklanması için çocuklar üzerinde bir test uygulamaya başlamışlardır. Akıl yaşını saptamaya yönelik olan bu test, Binet’in 1911 yılındaki ölümünden günümüze kadar uygulanan standart bir metot haline gelmiştir. 1905 yılında yayınlanarak, birçok kesim tarafınca kabul edilen Binet-Simon Zekâ skalası 1908 yılında revize edilmiştir. Binet ve Simon’un teorisine göre, sekiz yaşında bir çocuk, akıl yaşı sekiz olan teste tabi tutulmalıdır. Eğer çocuk altı yaşındaki teste olumlu yanıt verirse geri zekâlı, on yaşındaki teste olumlu yanıt verirse ileri zekâlı olarak tanımlanır. 1914 yılında Alman bir psikolog olan William Stern, Binet-Simon’un şekillendirdiği konsepti kullanarak ve içine bazı pratik terimler yerleştirerek yeni bir formül tasarlamıştır. William, teste tabi tutulan deneklerin kronolojik yaşına göre bölümlere ayırmıştır ve böylece Zekâ Derecesi (Intelligence Quotient) kavramı doğmuştur.
Stanford Üniversitesinde görevli olan Profesör Lewis M. Terman, Amerikalı deneklerde bu formülasyonun genişletilmiş ve standardize edilmiş halini uygulamış ve Zekâ Yaşı kavramına yeni bir element ekleyerek formülü revize etmiştir. Terman, Stern’in formülasyonununda virgülden sonraki rakamları silmek için son rakamı 100 ile çarpmış ve IQ kısaltmasını kullanmıştır. Formülün son hali yaygın olarak kabul edilmiş ve yakın zaman sonra Stanford-Binet Zekâ Derecesi olarak bilinmeye başlamıştır.
Amerikan ordusunda görevli bir psikolog olan David Weschler, ordudaki iş paylaşımını daha iyi hale getirmek ve kişilerin kabiliyetlerinden daha çok yararlanmak için askerlere Stanford-Binet testini uygulamıştır. Ancak bu testin zihin kapasitesini ölçmede tam olarak yeterli olmadığını düşünmüş ve yetişkinlerin zekâsını ölçmek için daha anlamlı bulduğu WAIS (Wechsler Adult Intelligence Scales) testini oluşturmuştur. Bu test on veya on bir, sözlü ve performansa dayalı alt testlerden oluşmaktadır.
Bu testler ve bunlar gibi daha niceleri şu temel sorunun akıllara gelmesine neden olmuştur: Zeka üzerinde hangisi daha fazla etkilidir? Çevre mi, biyoloji mi? Bu, cevaplanması kolay bir soru değildir. Çeşitli araştırmalar göstermektedir ki sosyoekonomik durum ile zekâ birbiriyle bağlantılıdır. Sosyoekonomik durumu iyi olan kişilerin IQ’su, finansal olarak kötü durumda olanlara nazaran 17 puan fazla görünmektedir. Bu sonuç sadece zenginler mi zengindir? Sorusunu akıllara getirmektedir. Böyle olduğunu düşünmek doğru olmasa da kaynaklara ulaşmadaki kolaylık, zekânın gelişiminde önemli ölçüde etkiye sahiptir. 1988 yılında Galler’de yapılan bir çalışmada, 60 kişilik, yaşları 12-13 arasında değişen çocukların zekâları ölçülmüş ve daha iyi beslenme kaynağı ile IQ arasında direk bağlandı gözlenmiştir. Bu çalışmada grup ikiye ayrılmış ve yarısına sekiz ay boyunca besleyici vitaminler verilirken, diğer yarısına placebo (ilaçmış gibi verilen fonksiyonsuz madde) verilmiştir. Testin sonucunda vitaminler ile beslenen grubun IQ değeri kontrol grubundan sekiz puan fazla çıkmıştır. Başka bir çalışmanın sonuçlarına göre, sosyoekonomik durumu düşük olan bir çocuk, sosyoekonomik durumu iyi olan bir eve nakledildikten sonra zekâsı öncekine göre 16 puan fazla çıkmıştır. Bir diğer çalışmaya göre zekâ gelişimine etkisi bulunan bir diğer faktör ev yaşantısıdır.
R. A. Hanson’un yaptığı çalışmaya göre, ev ortamında bulunan birçok çevresel faktör, IQ ile doğrudan bağlantılıdır. Belirli yaş periyotlarında zekâ ile etki halinde olan bu değişkenler Hanson’a göre ‘sözlü ifade kurmada özgürlük, dil öğrenme, ailenin ilgisi ve dil kullanımının gelişmesi’ olarak sıralanır. Bununla birlikte fetüsün gelişiminin de zekâ ile bağlantılı olduğu düşünülmektedir. Fetüsün gelişimi sırasında annenin iyi beslenememesi veya bu dönemdeki ilaç kullanımı zekâ gelişimi üzerine doğrudan etki gösterebilir. Bunun en önemli göstergelerinden biri, 2000 gramdan az kilo ile dünyaya gelen bebeklerde zekâ geriliğine normalden daha sık rastlanmasıdır.
Zekâ düzeyi ile bağlantılı olan diğer faktör de genetiktir. Genler bizim karakterimizi belirleyen veya bizi olduğumuz şey yapan kombinasyonlardır. Örneğin, ayak parmağımızın sayısının beş olması, burnumuzun küçük olması, saçlarımızın rengi gibi özelliklerimiz bize bir üst jenerasyondan genler aracılığı ile aktarılır. Peki, kalıtımsal olarak aktarılan özelliklerdeki farklılıkların nedeni nedir? Örneğin, genetik farklılıklar nasıl ayak parmaklarının sayısında değişiklik yaratıp bazı insanlar altı parmaklı doğar? Kalıtımsal tahmin katsayısı, genetik farklılıkların kişisel özelliğe katkısının ne düzeyde olduğunu gösteren bir değerdir. Bazı bilim adamları bunun en fazla. 75 olabileceğini düşünmektedir ve bu değer değişikliğin % 75′inin genetik farklılıklardan meydana geldiği anlamını taşımaktadır. Bazı çalışmalar aynı genotipi taşıyan tek yumurta ikizlerinde bu değerin %88′e ulaşabileceğini göstermiştir. Bunun dışında, ortalama % 50 ortak gen taşıyan çift yumurta ikizlerinde korelasyon faktörü birlikte yaşamaları halinde 53, ayrı yaşamaları halinde de 46 olmaktadır. Tüm bunlar genetik bileşenin IQ skoru üzerinde doğrudan bir etkisi olduğunu göstermektedir.
Psikolog Richard Hernstein ve Charles Murray tarafından yazılan Çan Eğrisi isimli kitapta, birbirinden ayrılmış ikiz kardeşler üzerinde yapılan bir çalışmada, kalıtımsal tahmin katsayısının 60 olması nedeni ile zekanın kalıtım ile doğrudan alakalı olduğu sonucunu çıkarmıştır. Yazarlar ırklar arası karşılaştırma yapmış ve beyaz ırkın siyah ırktan daha zeki olduğunu, iki ırkın IQ değerleri arasında 15 puanlık bir fark olduğunu ve bu farkın gün geçtikçe arttığını belirtmiştir. Yine aynı kitapta sosyoekonomik durum ile IQ arasındaki bağlantı sorgulanmış ve doğrudan ilişkili olmadığı sonucu çıkmıştır. Özellikle ırklar arasında farklı sonuçlar bulunmasının üzerine Hernstein ve Murray hatırı sayılır derecede eleştiri almışlardır.
Tüm bu yazdıklarımızın sonucunda, en başta sormuş olduğumuz IQ’yu etkileyen faktörün kalıtım mı çevre mi olduğu sorusunun cevabını vermek gerekirse sanırım her ikisi de olacaktır. Ancak kesinleşmeyen her şeyde olduğu gibi bu sorunun tam cevabı da daha yıllar boyu aranacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder