Bu Blogda Ara

27 Haziran 2013 Perşembe

Gezi olayları ile ilgili flaş gelişme

Taksim Gezi olayları kapsamında savcılığın itirazı üzerine haklarında yakalama kararı çıkarılan 7 şüphelinin avukatları tarafından yapılan itiraz üzerine yakalama kararı kaldırıldı.
Taksim Gezi olayları kapsamında gözaltına alınan şüpheliler geçtiğimiz hafta Çağlayan’daki İstanbul Adalet Sarayına sevk edilmişti. Şüphelilerden bir kısmı savcılık sorgularının ardından bir kısmı ise tutuklanması istemiyle sevk edildikleri mahkeme tarafından serbest bırakılmıştı. Soruşturmayı yürüten savcılık mahkemeden serbest bırakılan şüphelilerin tutuklanması için karara itiraz etmişti. Savcılığın itirazını değerlendiren İstanbul 4. Sulh Ceza Mahkemesi 7 şüpheli hakkında yakalama kararı çıkarılmasına karar vermişti.
Mahkemenin yakalama kararına avukatlar itiraz etti. Avukatların itirazı üzerine dosya İstanbul 15. Asliye Ceza Mahkemesine gitti. İtirazı değerlendiren mahkeme 4. Sulh Ceza Mahkemesinin verdiği yakalama kararının kaldırılmasına hükmetti.

14 Haziran 2013 Cuma

Fesleğen Nedir? Faydaları Nelerdir?


3957_feslegen,,
Doğada bulunan on binlerce hatta yüz binlerce bitkiden biri olan fesleğen, diğer bitkiler gibi bilinçli kullanıldığında pek çok sağlık problemine faydası bulunmaktadır. Güney Asya’dan dünyaya yayıldığına inanılmaktadır. Türkiye’’nin pek çok bölgesinde yetişmesine rağmen en çok görüldüğü bölgeler, Ege Bölgesi ve Akdeniz Bölgesinin kıyı kesimleridir. Ballıbabagiller familyasına ait olan bu bitki, genellikle ılıman bölgelerde yetişmeyi sevmektedir ve tek yıllık bir bitki türüdür.
Fesleğen olgunluğa ulaştığı sırada, 20 cm. ile 60 cm. arasında uzunluğa ulaşabilmektedir. Üst katmanlarda yeşil olan yaprak rengi, aşağıya inildikçe kırmızıya dönmektedir. Fesleğen çiçeklerini yaz sıcaklarının sonuna doğru açmaktadır. Çiçekleri beyaz, pembe ve sarımsı tonlarda’dır. Fesleğen yaş iken yemeklerde ve salatalarda, kullanılabildiği gibi kurutularak ta kullanılabilmektedir.
3957_feslegen.
İçeriğinde bol miktarda, K vitamini, demir ve kalsiyum bulunmaktadır. Yapılan incelemelerde antioksidan özelliği bulunduğu tespit edilmiştir. Ayrıca fesleğen salatalarda da kullanılmaktadır, A vitamini, C vitamini, demir, mangenez ve kalsiyum ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Fesleğenin bu özelliklerinin yanı sıra balkonlarda ve evlerde süs bitkisi olarak ta kullanılmaktadır. Fesleğen salgıladığı koku sayesinde bulunduğu ortamlara sivrisinek gelmesini engellemektedir. Yani sinek kovucu özelliği bulunmaktadır.
Fesleğen yaprağının faydalarından bahsedecek olursak;
• *Balgam söktürücüdür,3957_feslegen
*• Gaz gidericidir,
• *İdrar söktürücüdür,
• *Uyarıcı özelliği bulunmaktadır,
• *Baş ağrısını giderme özelliği bulunmaktadır,
• *Spazm çözme özelliği bulunmaktadır,
• *Şişkinliklere iyi gelmektedir,
• *Mide kramplarını önlemede faydası bulunmaktadır,
• *Sindirim problemi olanlara iyi geldiği bilinmektedir,
• *Bakterilere karşı koruyucu özelliği bulunmaktadır,
• *Sakinleştirici özelliği bulunmaktadır,
• *Vücuda enerji verir,
• *İştah açıcı özelliği bulunmaktadır,
• *Hazımsızlığı gidermeye yardımcı olur,
• *Öksürüğün kesilmesinde yardımcı olur,
• *Ağızda gargara yapıldığında, ağızdaki yaralara iyi gelmektedir,
• *Bağırsak gazlarının giderilmesinde faydalıdır,
• *Saç köklerine masaj yapıldığında, saçları güçlendirmektedir,
• *Selülit problemlerini azaltmaktadır,
• *Kan şekerini düzenlemeye yardımcı olmaktadır,
• *Vücuttaki tokluk hissini artırmaktadır,
• *Astım ve bronşit rahatsızlıklarına iyi gelmektedir,
• *Antioksidan özelliği bulunmaktadır.

Amerikan Futbolu Nedir?


3955_amerikanfutbolu
Özellikle genç neslin spora olan ilgisi gün geçtikçe artmaktadır. Ve farklı spor dallarına rağbet artmaktadır. Zinde ve sağlıklı olmayı sağlayan spor aktivitesi, aynı zamanda eğlenceli zamanlar geçirmeyi de mümkün kılmaktadır. Bunlardan bir tanesi de Amerikan futboludur. Avrupa ülkelerinde sadece Futbol olarak adlandırılmaktadır. Adından anlaşıldığı gibi Amerika’da oynanmaya ve geliştirilmeye başlanmıştır. Bu sporunda çıkışı tamamen tesadüf eseri ortaya çıkmıştır. Futbol maçı esnasında İngiliz sporcunun topu eline almasıyla gelişmeye başlamıştır. Ayakla oynamaktan sıkılan oyuncu bir anda eline topu alıp koşmaya başlar ve bu oyun biçimi izleyenler ve oynananların hoşuna gide ve zamanla rugby adını almaya başlar. Ve bu oyun biçimi 1980 yılından itibaren tamamen farklı bir boyuta dönüşerek, daha yoğun kural ve teknikler eklenir. Günümüzdeki Amerikan futbolu rugbyden farklı olsa da asıl kökeni bu spor dalından almıştır. Şimdiki şeklinin mimarı Walter Camp’dir.
3955_amerikan-futt
1920 yılında oynanmaya başlayan Amerikan futbolu, adrenalin meraklılarını cezp etmektedir. Sert vuruşlar ve hız oyunun temel yapı taşları arasında yer almaktadır. 1992 yılında Türkiye’de yayılmaya başlayan aktivite, hızla ülke çapında yayılmaya başlamıştır. Boğaziçi Üniversitesinde ilk kez oynanmaya başlanmış ve diğer eğitim birimlerinde de yayılarak, müsabakalar yapılmaya başlanmıştır. Türkiye Amerika Futbolu Üst Kurulu tarafından yönetilerek, popüler bir spor dalı olmayı başarmıştır. Ülkemizde malzeme tedariki bakımından sıkıntı çekilmesine rağmen oynanmaktadır. Bazı aksesuarları eksik olsa da daha hafif kurallar uygulanarak, maçlar gerçekleştirilmektedir.
Amerikan Futbolu, elle ve ayakla oynanmaktadır. Eliptik top, sporun en önemli malzemesidir. Oyun çok sert kurallar barındırdığından, kask, göğüs zırhı, koruyu pet ve pantolon gibi sakatlığı önleyici aksesuarlar kullanılmaktadır. 45 kişilik bir oyun kadrosu vardır ve toplamda 22 kişi sahada performans sergilemektedir. Oyun iki grubun mücadelesi ile başlamaktadır. Her bir grupta 11 kişi bulunmaktadır. Ve bu gruplar da kendi içerisinde bölümlere ayrılmaktadır. Hücum takımı, savunma takımı ve özel takımlar gibi bölümlere ayrılmaktadır. Oyun 110 metre uzunluğunda ve 49 metre genişliğe sahip bir sahada oynanır. Oyun yönetimi 7 hakem tarafından gerçekleştirilir. Maç toplam 2,5 saattir. 4 devre olarak oluşturulan oyunun her bir devresi 15 dakikadır.
3955_bears.600
Maçta, hangi takımın ilk önce atak yapacağı, para atımı ile belirlenir. Ve doğru yüzü tahmin eden takım ilk hücumu gerçekleştirir. Topu karşı takımın sahasına atılarak oyun başlar. Karşı tarafta takımın diğer oyuncusu topu yakalamak için mücadele eder. Karşı takım ise sahasına topun girmesini engellemek için çaba harcar. Bu mücadeleler esnasında topu elinde tutan oyuncuyu yere düşürmek için uğraşılır. Oyuncu düştüğünde ise maçın hücum yeri belirlenmiş olur. Ve sahaya savunma ve atak grupları girer başlangıç grupları ise geri çekilir. Ve mücadele bu saatten sonra startını verir. Savunma ve atak grupları topu sahalarından uzak tutmaya çalışırlar. Topa sahip oyuncu düşene kadar yani karşı takım onu düşürene kadar koşmaya devam edebilme hakkı vardır. Karşı takımın saha çizgisine kadar ulaşan kişi sayı yapmış olur ve bu sayıdan 6 puan elde ederek üstünlük kazanmış olur. Rakip takımın kalesine top atımı da gol özelliğe taşır. Her atımın farklı bir sayı sistemi bulunmaktadır. Kaleye top atmak az sayı kazandırsa da oyuncular daha çok bu tekniği kullanılır. Çünkü sayı olma olasılığı daha yüksektir.

Aztek İmparatorluğu ve Aztekler


3963_asdas
Aztekler, çok küçük bir topluluktu. Ancak Meksika’da 1000 yıldır büyük güç sahibi olan ve hüküm süren Toltek’lerin topraklarına sahip olarak daha da güçlenip büyümeye başladılar. Toltek’ler teknoloji olarak Azteklerden çok çok ilerideydiler. Kendilerine göre su ve yol sistemleri, takvimleri, saatleri ve tapınakları vardı. Tapınakları piramit şeklindeydi. O yıllarda Toltekler toprağı işlemiş ve tarım ürünleri geliştirmişlerdi. Aztekler bu gelişmeleri örnek alıp benimsemişlerdir. Kendi ülkelerinin gelişimlerini bu teknolojileri benimsemeye borçlulardır. Başkentlerini ise şuan Meksiko şehrinin bulunduğu çevrede kurmuşlardır. Bu başkent bir adanın tam ortasındaydı ve köprüler ile karalara bağlanıyordu. Adanın içerisine çok güzel bir yerleşim yeri kurmuşlardı. Düz sokaklar, taştan yapılmış evler ve birçok tapınak bulunmaktaydı. Aynı zamanda berbercilik, doktorculuk ve eczacılık Azteklerde bulunmaktaydı.
Toltekler’in her şeyini benimsemelerine rağmen, dinlerini benimsemeyip çok farklı bir din yapılarına sahiptiler. Aztekler inandıkları tanrıları için her yıl binlerce insanın yüreklerini ve iç organlarını deşerek tanrılarına sunarlardı. Öyle ki bir tapınak kurulurken tam yirmi bin esir toplu olarak kurban edilmişti. Bununla birlikte tanrılarının şefkatleri ve merhameti üstlerinde olacaklarını düşünürlerdi.
3963_dsc00060asdaO yıllarda büyük sömürgeler yapan İspanyollar Aztek İmparatorluğu hakkında birçok şey duymuştur. Duydukları bilgiler karşısında hayret ve merak içerisinde kalmışlardır. İspanyollar içerisinde bulunan Kortez adındaki sömürgeci, eğer Aztek şehrini, sahip olduğu askeri güçlerle ele geçirirse, ün ve şöhret sahibi olacağını düşünmüş ve bunu hayal etmiştir hep. Kortez İspanyada hukuk eğitimi almıştır. Ancak aldığı bu hukuk eğitimini birtürlü benimsememiş ve sonunda hukuk üzerine ilerlediği yoldan vazgeçmiştir. Hukuktan vazgeçen Kortez, Hispayola ( Küba )’ ya gelmiştir. Burada kısa bir süre içerisinde çiftlik sahibi olmuştur. Adanın yönetiminde giderek görev almaya başlamıştır. Kortez’in aklında hep Aztek İmparatorluğunu ele geçirme fikri yatmaktaydı. Bunun için Küba yönetiminden yardım iste. Küba yönetimi zaten Aztekleri sevmeyen bir yönetimdi. Bu yüzden dolayı Kortez’in isteğini kabul etti. Bu kabul karşısında Kortez büyük bir sevinç yaşadı. Kortez otuz beş yaşındayken, emrinde 700 asker, ve 20 küsür süvari vardı. Hepside ellerinde gelişmiş askeri silahlar ve zırhlı üstleri vardı. Bu askerler tüfeklere sahipti ve topları mevcuttu.
3963_itza
Kortez Aztek şehrine geldiğinde, Azteklere kendini dost olarak tanıttı. Başka bir ülkeye sefere giderken şerhlerini merak etiğini ve bu yüzden buraya geldiğini söyledi. Bu sebeple o sıralar Aztek imparatoru olan Montezuma Kortezi kabul etti ve onu İspanya elçisi olarak görmeye başladı. Kortez şehre girdikleri zaman şehrin düzenine ve yapıtlarına büyük bir hayranlık duymaya başlamıştı. Çok düzenli yapılar ve hayranlık bırakacak piramitler mevcuttu. Ve Kortez bu manzara karşısında büyülenmişti, içinden hiçbir yer bu kadar güzel olamaz herhalde diye geçirmeye başlamıştı. Bu hayranlıktan kısa süre içerisinde kurtulup şehri nasıl ele geçirebiliriz diye planlar yapmaya başladı.
3963_images
Aztek halkı, İspanyolların şehre girmesine büyük tepki göstermişlerdi. Birçok sefer karşı çıkışlar yapıp Montezuma’ya karşı gelmişlerdir. Ancak Montezuma İspanyollardan çok korkuyordu. Onların silahlı güçlerinden ve teknolojilerinden haberdardı ve bu yüzden onları iyi karşılayıp sorun oluşmasını istemiyordu. İspanyolları bir tapınakta ağırladı ve hürmette hiçbir kusur işlemedi. Onlara altın ve mücevher hediyelerinde bulundu.
3963_imagesas
Birkaç gün sonra Kortez bir ara yanına gelen Montezuma’yı esir alıp kısa bir süre içerisinde de onu öldürdü. Halk büyük bir şok yaşadı. Kortez ise halkın yaşamış olduğu şaşkınlığı fırsat bilip askerleriyle şehri yakıp yıkmaya başladı. Bu beklenmedik saldırı karşısında Aztek askerleri’nin büyük bir çoğunluğu katledildi. O sıralarda Montezuma yerine başka birisi başa geçti. Ancak Kortez onu da öldürünce halk büyük bir umutsuzluğa gömüldü. Artık herkes hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilip Korteze teslim oldular.
Kortez böylesine güzel bir şehri ele geçirdiği için büyük bir üne sahip oldu ve bu seferle kalmayıp Kaliforniya’ya yürümeye başladı. Orayı da işgal etme fikri vardı aklında. Ancak bu sefer istediği olmadı. İşgal gerçekleşmedi. Bu başarısızlık ününü büyük bir şekilde etkileri ve ayağını kaydırmak isteyenlerin çalışmaları ile birlikte tamamen halk tarafından unutuldu. Ve son olarak İspanyada 1547 yılında öldü.

Saatin İcadı


3969_asdasdasdEskiden zaman kavramı çok basitti. Güneş doğar ve batardı. Yıldızların gökyüzünde belirip kaybolmasıyla ölçülürdü ve sadece bundan ibaretti zaman. Ancak insanlar yavaş yavaş yerleşik hayata geçmeye başladığında, toprağı kullanmayı öğrendiler. Bununla birlikte yeni ihtiyaçlar doğmaya başladı. Örneğin belirli bir saatte kalkmak gerekiyordu. Hayvanlara yem verilmesi gerekiyordu ve üretilen ürünlerin pazar yerine belli zamanlarda götürülmesi gerekiyordu. İşte saat bu ihtiyaçların sonucunda icat edilmiştir.
3969_imaasdgesSaat ilk olarak çok ilkel bir şekilde kullanılıyordu. Toprağa saplanan çubuk yardımı ile gölgenin uzunluğu ve kısalığı ölçülüp ona göre zaman belirleniyordu. Bu zaman belirlemeye ise Güneş Saati denilmişti. İlk başlarda çok basit olan daha sonra ise daha da gelişmiş halde karşımıza çıktılar. Basit bir tahtadan sonra yerini, üzerinde işaretler olan her işaretin belirli bir zamanı temsil ettiği ve gösterdiği saatlere yerini bıraktı. Hint fakirleri sahip oldukları asalarını güneş saati gibi kullanabiliyordu. Hintlerin asaları 8 köşeli olup her bir köşeye küçük çubuk koymak için 8 tane de delik bulunurdu. Böyle yapmalarının sebebi ise güneşin başka aylarda başka yollar izlemesi, bu yollar ile gölge de oluşacak uzunluklarında farklı olacağını düşünmüşlerdir. Bu yüzden Hintler yılı 8 mevsime bölmüşlerdir.
3969_220px-woodeasdn_hourglass_2
Ancak bu güneş saati adı üstünde olduğu gibi sadece güneşli zamanlarda işe yaramaktaydı. Örneğin hava kapalı olduğunda, gece olduğunda ve kış aylarında bu güneş saati hiçbir işe yaramıyordu. Bu yüzden dolayı Su Saatini icat ettiler. Bu su saatleri geceleri de işe yaradığı için farklı yerlerde buna Gece Saati de denilmeye başlandı. Bu saat türleri Mısır ve Mezopotamya’da tam 5000 yıl önce kullanılıyordu. Bu üretilen saatlerin aynı güneş saati gibi çeşit çeşit türleri bulunmaktaydı. Örneğin bunlardan en çok kullanım günü 24′e bölen büyük bir kazan halinde bulunan su saatiydi. Kazanın altında ufak bir delik vardı ve alt tarafa doğru su akardı. Akan su 1 saat dolduktan sonra çizilen belirli bir seviyeye gelince saatin başında duran bekçi 1 saat geçtiğini duyururdu. Bunun yanında üst üste dizilmiş birçok kap ile diğerinden diğerine su aktarma ile günün saati hesaplanıyordu. Eğer en üstteki kap boşalırsa 2 ve ya 3 saat geçtiğini gösterirdi. Yunanlar ve Romalılar bu saatlerin daha gelişmiş halini kullanırlardı. İskenderiye şehrinde bulunan bir yunan saatçi ilk defa olağanın dışına çıkıp farklı bir saat üretmiştir. Bu saat silindirler ve çarklar kullanılarak kendi kendine işleyen bir su saatinin ta kendisiydi.
İnsanoğlu yaptığı bir icadın üstünden mutlaka daha iyilerine ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç saatler konusunda da farklılık göstermedi. Su saatlerinin yetersiz olduğunu düşünenler zaman aralıklarını daha iyi öğrenmek için Kum Saatini icat ettiler. Kum Saati altı ve üstü birbirinin aynı olan ve içlerinde boşluk olan bir saatti. Bu iki boşluğu birleştiren çok dar bir boğazı vardı ve kumlar bu boğazdan aşağıya doğru akardı. Eğer üstteki tüm kumlar aşağıda akarsa tam yarım saat geçtiğini gösterir. Hatta bu kum saati üzerinde bazı çizgiler ve belirli aralıklarda bulunan işaretler konularak dakikaları hesaplamaya bile başlamışlardı. Bu kum saatleri geçen yüzyılın başlarına kadar gemilerde kullanılıyordu.
3969_images
Su saati ve kum saatinden sonra pek kullanılmasa da Mum Saati de kullanılırdı. Bu mum saati şöyle kullanılmaktaydı; mumun etrafında belirli çizgiler bulunurdu ve mum yanmaya başlayıp erimeye devam ettikçe belirli çizgi seviyelerinde belirli dakikaları  temsil ederdi. Ancak bu mum saatlerinde mumun kalınlık ve yapısına göre zamanlar değiştiği için pek kullanılmadı. Kilise çanları da zamanı tayin etmekte kullanılır. Orta çağda kilise çanları büyük bir önem arz ederdi zaman konusunda.Haçlı seferlerinden sonra Avrupa saat konusunda çok ilerledi. Öyle ki tokmaklı ve sarkaçlı saatler çıktı piyasaya.
3969_imasdagesy
Bunlardan sonra Rakkaslı Saatler icat edildi. Bu rakkaslı saatleri ilk icat eden 1000 yılında Papa ikinci Silvestr yaptı. Ancak bu ilk yapılan saat çok büyüktü. Çarkları çok büyüktü ancak bu zamanla küçültüldü ve daha uygun ve kullanışlı hale getirildi. Galileo, bir ipe bağlı ağırlıkların büyüklükleri ne olursa olsun, ipin uzunluğu aynı ise sallantılarını aynı zaman diliminde yaptıklarını keşfetti. Daha sonra bu buluşu üzerinde yoğun düşünme ile bir sallantısı bir saniyeyi ifade eden rakkaslı saatler icat etti.
Güneş saatinin keşfinden yıllar yıllar sonra ilk cep saatini 1500’lü yıllarda Nünbergli Alman saatçi Henlein icat etti. Bu büyük bir olaydı. Artık herkes küçük iki metal arasındaki saatlerini yanında taşıyıp zamanı öğreneceklerdi. Ve icat ettiği bu ilk saatine Nünbert Yumurtası adını verdi. Bu olaylar geçerken aradan tam 200 yıl sonra 1761 yıllarında Harrison ilk kronometreyi icat etti ve bu İngiltere’de büyük bir coşku ile karşılandı. Hatta Harrison bu icadı sonrasında İngiltere hükümetinden ödül bile aldı. Ve geçen yüzyılın ortalarında ise ilk elektrikli saat icat edildi.

S-300 Füze Sitemi


3967_s-300ler-suriyede
Sa-10 olarak haberlerde ve dış basında duyduğumuz bu füzenin Rus firması “Almaz” tarafından verilen ismi “S-300″ dür. Kısa ve orta menzilli hava saldırılarına karşı kullanılmak üzere tasarlanmış olan bu füze gündemden düşmez bir hal almış durumdadır. Rus firmasının bu füzeyi başka ülkelere satması NATO’nun pek hoşuna gitmemekte ve tehdit içeren cümleler ile bunu karşı tarafa çekinmeden her defasında belirtmektedir. Cruise füzesi ve savaş uçaklarına karşı kullanılan bu füze adına aşina olduğumuz Patriot füzesinin Rus versiyonudur. Havada füze imha etmek için gelişmiş veri tabanlı radarı ve harika yazılımları sistemde mevcuttur.
fü
Uçak düşürme ustası olarak tabir edilen S-300ler Rus şirketi olan Almaz Bilimsel Endüstriyel’de model atlatılmakta, sürekli geliştirilmekte ve pazarda kendine daha geniş yerler elde etmektedir. Birçok ülke tarafından kullanılan ve başarılı bulunan S-300ler günümüzde balistik füzeleri de havada vurabilmektedir. 1979′da Sovyetler’in askeri üslerini, hava sahaları ve silah üretim tesislerini korumuş, aynı anda 100 hedefi birden takip ederek ve 12 hedefinde imha edilebilmesi için, saldırı pozisyonuna geçebilme özelliği test edilmiştir. Sağladığı bu avantajlar S-300′ü kandil dalında en iyi olmasını sağlamıştır.
fü2
Azerbaycan, Belarus, Slovakya, Hindistan, Çin, Ukrayna, İran, Vietnam gibi ülkeler bu füze sistemini savunma amaçlı kullanmaktadır. Suriye’de sistemin alt yapısı olan rampaları bulunmakta fakat füzelerin varlığından kimse emin olamamaktadır. ABD ise bu füzeyi Patriotları geliştirmek için incelemek amaçlı almıştır. S-300′ün yeni versiyonu S-400′dür ve Rus firma yeni üretimler için Türkiye’ye ortaklık teklifi sunmuştur.

Gazi Yaşargil Kimdir?


3968_13685yasargil,
Annesinin kökeni Karadeniz’e, babası da Kayhan aşiretine mensuptur. 6 Temmuz 1925 yılında, babasının kaymakamlık görevi için gittikleri, Diyarbakır Lice’de dünyaya gelmiştir.
Lice’de yaşamlarını sürdürürlerken abisi İhsan, tifo yüzünden yaşamını yitirmiştir. Mahmut Gazi Yaşargil Türk tıp dünyasının yetiştirdiği en büyük nörocerrahtır. Ankara’da Atatürk Lisesini bitirdi. Ankara Üniversitesi’ne girdi. Almanya’da bulunan Jena Thüringen Friedrich Schiller Üniversitesi’nde tıp eğitimine başlamıştır. Ailenin çocuklarının tıp alanındaki başarıları sadece Gazi Yaşargil ile sınırlı değildir. Kardeşlerinden Erdem, Basel’’de kadın cerrahi profesörü olarak görev yapmaktadır. Diğer kardeşi Günay’’da Zürih’te nörofizyoloji profesörü olarak yaşamını sürdürmektedir.
3968_yasargil
Bu yüzyılda tıp alanında yetişen en önemli beyin cerrahi unvanına sahiptir. Mikro sinir cerrahisinin kurucusudur. Gazi Yaşargil, epilepsi ve beyin tümörünü kendi geliştirdiği yöntemlerle tedavi etmeyi başarmıştır.
*1945 yılında Basel Üniversitesine girmeye hak kazandı.
*1950 yılında da doktorasını yaptı.
*Bern Üniversitesi’nde yardımcı profesör olarak psikiyatri bölümünde görev almaya başladı.
*Basel Üniversitesi’nde Nöroşirurji bölümünde çalıştı.
*1957 yılında Zürih’te Üniversite hastanesinde çalışmaya başladı
*1965 yılında yardımcı profesör unvanını kazandı.
*1965 ile 1967 yıllarında ABD’de Vermont Üniversitesi’nde Nöroşirurji *Bölümü’nde, mikrovasküler alanında çalışmalarda bulundu.
*Zürih Üniversitesi’nde hekim olarak çalıştı.
*Zürih Üniversitesi’nde başhekim olarak çalıştı.
*Zürih Üniversitesi’nde profesör olarak görev aldı.
*Zürih Üniversitesi’nde başkanlık görevini yürüttü.
*1991 yılında İstanbul Üniversitesi’nce fahri doktora unvanını almıştır.
*1999 yılında University of Lima’da fahri doktora unvanını aldı.
*2000 yılında Hacettepe Üniversitesi’nde fahri doktora unvanını aldı.
*2001 yılında Unıversty of Oxford’da fahri doktora unvanını aldı.
*1999 yılında Sinir Cerrahları Kongresi’nde yüzyılın Sinir Cerrahı seçilmiştir.
*2002 yılında Almanya’da bulunan Frıedrıch-Schiller Universty of Jena’da fahri doktora unvanını aldı.
3968_prof-dr-gazi-yasargil
Mahmut Gazi Yaşargil’’in sahip olduğu fahri doktoralıkların yanı sıra çok sayıda da ödülleri bulunmaktadır.Bunlardan bazılarını sayacak olursak,
1- 1968 Tıp Bilimleri İsviçre Akademisi Robert-Bing-Ödülü,
2- 1981 yılında Uluslar arası Mikro cerrahi Derneği. Sydney Astralia Pioneer Microsurgeon Ödülü
3- 1988 Universita di Napoli e della Compagna Napoli, İtalya Şeref Madalyası
4- 1992 yılında Türkiye Cumhuriyeti Tıp Ödülü.
5- 1997 yılında Nöroşirürji Dernekleri Dünya Federasyonu Altın Madalyasını kazandı.
6- 1998 yılında Brezilya’da Nöroşirurji Derneği tarafından Yüzyılın Beyin Cerrahı Ödülünü almaya hak kazandı.
7- 1999 yılında Avrupa Birliği, Nörolojik Cerrahlar ödülünü almaya hak kazandı.
8- 2000 yılında Alman Nöroşirurji Derneği Fedor Krause Madalyası
9- 2000 yılında Türkiye Cumhuriyeti Üstün Hizmet Madalyası
10- 2000 yılında Türk Bilimler Akademisi.
11- 2002 yılında Milli Egemenlik Onur Ödülü
12- 2005 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi Milli Egemenlik Onur Ödülü’nü ve daha pek çok ödülü almaya hak kazanmıştır.

Kayısının Faydaları


3965_dogal_yaglar_ve_bitkiler_ile_guzellesin_h45622
Yaz aylarının en renkli meyvesi kayısı, cilt güzelliğinin en doğal reçetesidir. Aynı zamanda birçok hastalığın en etkili ilacı olarak da görev yapmaktadır. A, B, C, P vitaminlerini bünyesinde barındıran meyve, son zamanlarda özellikle hanımların büyük ilgisi ile karşılaşmıştır. Kurusu, tazesi, meyve suyu gibi oluşumlarının her biri cilde ve vücuda olumlu katkı sağlamaktadır. Vitamin ve mineral açısından zengin olan meyve;  yüksek dozda demir, kalsiyum, fosfor ve magnezyum barındırmaktadır. Vücutta biriken zararlı maddeleri dışarı atmakta etkin olan meyve, aynı zamanda kan dolaşımını hızlandırmaktadır. Bu da cildinizin daha pürüzsüz ve sağlıklı olmasına katkı sağlamaktadır. Uzmanlar özellikle gelişme çağında olan çocukların, zihinsel ve bedensel gelişimi için mutlaka tüketmelerini önermektedir.
3965_images
Kayısı, birçok hastalığa kalkan misyonu üstlenmektedir. Kayısının, reçeli, kompostosu, kurutulmuşu, meyve suyu, çekirdeği ve tazesini tüketmek mümkündür. Ve her bir oluşumun faydası farklıdır ve hastalık tedavilerinde kullanılmaktadır. Vücut yorgunluğunu sonlandıran ve zinde kalmayı sağlayan meyve, bağışıklık sistemini de güçlendirmektedir. Zihin açıklığının yanı sıra sizi sakinleştirir ve stresinizi ortadan kaldırır. Bu mucizevî meyve, gelişme bozukluklarına iyi gelmektedir. Baş ağrısına bire bir etkili olan meyve, migren ağrılarını sonlandırabilmektedir. Dişlerin daha sağlıklı olmasına yardımcı olur ve çürüklere karşı korumaktadır. Kalp ve şeker hastalıklarına iyi gelmektedir. Kanserden koruyan ve özellikle cilt kanserine karşı önlem almanızı sağlayan kayısı, cinsel gücü de artırmaktadır. Kansızlığı önlemede ve tedavi etmekte başarılıdır. Mide ülserine ve hemoroit problemlere çözüm bulmaktadır. Sindirimi kolaylaştırır ve kabızlık sorunundan kurtarır. Çocukların kemik ve kas gelişimine büyük fayda sağlar. Karaciğerin hasar gören yerlerinin tamirini yapar. Tansiyon ve kolesterol düşürmede etkilidir.
3965_01_kayisi
Her derde deva olan kayısı, aynı zamanda kilo problemi olan kişilere olumlu katkılar sağlıyor. Bu meyveyi tüketildiğinde tokluk hissi vereceğinden, çabuk acıkmayacak ve doğal yollardan sağlıklı bir şekilde kilo veriyor olacaksınız. Antioksidan içeren meyve, yaşlanmayı geciktirir ve yüz kırışıklarını engeller. Gece görme problemi olan yani gece körlüğü sorunu yaşayan kişilere yararı dokunmaktadır. Cildi nemlendirir, korur, pürüzsüzleştirir ve yumuşatır.
Kayısı kürü ile mucizevî cilt güzelliği etkisine şahit olabilirsiniz. Tamamen doğal malzemeler ile evinizde yapabileceğiniz kürün faydalarını çok kısa sürede göreceksiniz.
Güzelleşmenin reçetesi:
4 taze kayısı ve 1 elma kabuğu ile pürüzsüz ve yumuşak bir cilde sahip olabilirsiniz. Aynı zamanda cilt lekelerini temizleyebilirsiniz. Kayısının çekirdeğini çıkartınız ve ezerek püre kıvamına getiriniz. Ve elmanın kabuğu ile bu püreyi kısık ateşte pişiriniz. Krem haline gelen kürü soğutunuz. Yüzünüze masaj yaparak uygulayınız ve boyun bölgenizi de bu karışımı sürmeyi unutmayınız. 15 dakika sonra yüzünüzü ılık suyla yıkayınız ve farka tanık olunuz.

Kristof Kolomb Kimdir?


3966_be5075a32bec981e1866227f2d293ec7c36d186a
İtalyan asıllı olan Kristof Kolomb; 1450 yılında Cenovo’da doğmuş ve bu şehirde büyümüş bir gemicidir. Kolomb’un küçüklüğü fakirlik içerisinde geçmiştir. Babası dokumacılık işi yapmıştır. Ancak bu ailesinin tam anlamıyla geçinmesini sağlayamamıştır. Bundan dolayı Kolomb okuyamamış, bir gemiye tayfacı olarak işe girmiştir. Tayfacı olduğu için gemi ile birçok ülkeyi dolaşmıştır. Bunlar içerisinde İskandinavya ve İzlanda bulunmaktadır.
Kristof Kolomb Portekiz asıllı bir kadınla tanıştı ve aralarında bir bağ oluştu. Bir süre sonra Kolomb bu bayanla evlendi ve Lizbon’a yerleşti. Evlenmiş olduğu karısının babası da birçok keşiflerde bulunmuş bir gemiciydi. Bu ortak noktaları sayesinde birçok sohbet olmuştur. Birlikte oldukları sürece hep keşiflerinden bahsetmişlerdir birbirlerine.
Kolomb’un yaşadığı dönemde dünyanın yuvarlak olma ihtimaline kimse inanmıyordu, ancak Kolomb böyle bir şeyin olma ihtimalinin var olduğunu hep düşünürdü. Ancak dünyanın büyüklüğü konusunda hiçbir fikri olmayan Kolomb, emrine birkaç gemi verilse tüm Okyanusu geçerek Hindistan’a ulaşacağını düşünüyordu. Kolomb’un hayal gücü çok genişti. Ve hayal etmeyi çok severdi. Marko Polo’nun Harikalar Kitabı’nı okuduktan sonra giderek hayal gücünde bazı şeyleri canlandırmaya başlamıştı. Hindistan ve Çin ile ilgili hayalleri bu kurduğu hayaller içerisindeydi. Oralara giderse eğer ünlü ve zengin olacağı düşüncesi hiç aklından çıkmıyordu.
3966_colombKolomb’un aklında bir proje vardı. Eğer deniz yolu ile batıya giderse, Atlas Okyanusunun bilinmeyen yanlarını bulacak ve keşfedecekti. Kim bilir belki yeni adalar bile keşfedebilirdi. Sonraki düşüncesi ise Hindistana vararak Doğu ile Batı arasında bir köprü oluşturmayı düşünüyordu. Bu düşünceleri her gün aklındaydı ve tabi rüyalarında da bu düşünceler gözlerinin önünden bir bir geçiyordu. Hayallerinin gerçekleşmesi için durmadan projeler hazırlıyordu. Bu projelerini Portekizin ileri gelen insanlarına sunarak kendisine imkan tanınmasını istiyordu. Kolomb bu hayallerini yapmak için yanıp tutuşurken 45 yaşlarındaydı.
Uzun uğraşlar sonrasında Kolomb sonunda Portekiz kralı ile görüşmeyi başardı. Ona projelerinden yani hayallerinden bahsediyordu. Ancak ne kadar projelerini ne kadar coşkulu ve heyecanlı anlatsa bile Kral daha çok Afrika ile ilgileniyordu. Kralın düşüncesi Ümit Burnunu kullanarak Hindistana ulaşmaktı. Bu Kolomb’un projesine aykırıydı. Kral zaten böyle bir projenin olma ihtimalini pek yüksek görmüyordu. Çevresindeki insanlarda Krala böyle bir projenin olma ihtimalinin çılgınlık olduğunu söyleyince Kral, Kolomb’a destek vermekten vazgeçti. Kolomb büyük bir hayal kırıklığına uğradı ve ümidini yitirmek üzereydi. Sonra İspanyaya geçiş yaptı. Burada bir papaz yardımı ile İspanya Kral ve Kraliçesi ile görüşme sağladı. O zamalar Portekiz ile İspanya rekabet içerisindeydiler. Kral, Kolomb’un teklifini düşündü ve böylesine bir çılgın denizciye şans tanıdı. Bu şans karşısında Kolomb çok sevindi.
3966_imsdfagesKolomb, projesinin onayından hemen sonra 1492 yıllarında 3 gemi ile yola koyulmaya başladı. Yoluna İspanyanın Palos limanından başladı. Bu sahip olduğu 3 gemide 78 kişi vardı. Ancak bunların çoğu böylesine projelerde kullanılmak üzere hapishanelerden çıkarılmış hükümlülerdi. Kraliçe bu seyehatin masraflarını karşılamak için mücevherlerini bile satmıştı. Ancak Kolomb keşif yaptığı ülkelerden getireceği altın ve baharatların hepsinin Kral’a tesliminin yapılması gerekiyordu ve sadece çok az bir miktarı Kolomb’a kalacaktı. Ancak Kolomb bunu umursamıyordu. Onun tek düşücesi projesini yerine getirmekti. Yolculuğun ilk 3 haftası çok iyi gidiyordu. Herkes yakın bir süre içerisinde bir kara parçasına ulaşacaklarını düşünüyordu. Ancak günler geçtikçe hiçbir kara parçası görülmedi. Bu gemi tayfası için büyük bir üzüntü ve öfkeye neden oldu. Tayfa, boş bir denizde ilerlediklerini ve hiçbir zaman karaya ulaşamayacaklarını düşündüler. Bu yüzden gemide isyan çıktı. Herkes biran öce geri dönmelerini gerektiğini düşünüyorlardı. Hatta bu isyanda Kolomb’u öldürmek gibi planlar bile geçti.
3966_imagesy
Kolomb böylesine bir isyanı dindirmek için tayfalarına yeni vaadlerde bulunuyordu. Onları yatıştırmak için bazılarını mükafatlandırdı bile. Ancak bazılarına ise büyük cezalar verdi. Bu geçen sürede mükafatlarda yeterli olmadı. Bu yüzden Kolomb 3 günlük süre tanıdı herkese. Üç gün geçtikten sonra kara görünmezse geri döneceklerini söyledi. Kolom bunu söylerken çok pişman olmuştu. Eğer 3 günlük süre dolduktan sonra kara görünmezse tüm projesini iptal edip geri dönmek zorunda kalacaktı. İşte bu Kolomb’u çok üzüyordu. Ancak şansı yaver gitti ve denizde ilerledikçe odun parçalarına ve irili ufaklı kaya parçalarına rastladılar. Gökyüzünde uçan kuşları görünce karaya yakın olduklarını anladılar. Kolomb karayı ilk görene büyük bir ödül vereceğini duyurunca tüm tayfa gözlerini dört açtı. Sonunda kara görünmüştü. Uzakta büyük bir kara parçası belirdi. Kolom Hindistan yakınlarında bir ada olduğunu ve onun da bu adayı keşfettiğini düşündü. Büyük bir sevince kapılmıştı. Hatta bu sevinci ile birlikte tayfasına emir verip sevinç topları atılmasını söyledi. Sonra büyük bir törenle karaya çıktılar. Kolomb burada işgal ettiği adaya San Salvador adını verdi.Tüm bunlar yaşanırken adanın yerlileri olaylar karşısında şaşkındı. Herşeyi izlediler sadece. Kolomb burada fazla durmadı ve gemiye binip tekrar yoluna koyuldu. Amacı Hindistan’dı. Ancak bu amaca ulaşmak için yola çıktığında Santa Maria yakınlarında gemisi battı. Bu yüzden dolayı şimdiki ismiyle Haiti adasında konaklamak zorunda kaldı. Bir gemisi batan Kolomb’un birde tayfasından biri ikinci gemisini de kaçırınca tek gemi ile İspanyaya dönmek zorunda kaldı. Bu geri dönüşte yanına birkaç yerli, o zamana kadar görülmemiş canlı ve bitkiler götürdü.
3966_imasdfges
Kolomb İspanyaya vardığında büyük bir törenle karşıladı. Hediyeler Kralın çok hoşuna gitti. Ancak Kralın asıl beklentisi mücevherdi, ama yine de Kolomb’un bu hediyelerini çok beğendi. Hem artık yeni bir ülkenin de sahibiydi. Hemen papa ile batıda bulunan bu kara parçasının artık İspanyaya ait olduğu ferman yayınladı. Aynı zamanda bu keşif ile ilk defa Atlas Okyanusu aşıldı ve dünyanın yuvarlak olduğu kanıtlandı.
Aradan geçen birkaç yıl sonra Kolomb 17 gemilik ve 1500 kişilik büyük bir filo ile tekrar denize açıldı. Yeni adalar buldu. Dominik adasını keşfetti. İzabella şehrini kurdu. Altın aradı ancak istediğini bulamadı. İspanyaya döndüğü zaman altın bulamadığı için keşfi başarısızlık olarak nitelendirildi. Altın bulamadı ama tekrar şansını denemek istiyordu. Bu sefer 6 gemi ile tekrar yola koyuldu. Ancak artık Kraliyet gözünde güveni azalıyordu. Güvenini azalması ve kendisinin köle ticareti yapmasının İspanyada duyulması üzere iyice ünü azaldı ve bir seferinde İspanyaya dönerken ayakları zincirlendi. Bu olaylardan sonra artık ünü kalmamıştı. Kendini çok yalnız hissediyordu. Ve bu yalnızlık içerisinde 1506 yılında 56 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Hüseyin Rahmi Gürpınar Kimdir?


3970_huseyin_rahmi_1
Edebiyat-ı Cedîde dönemi bağımsızlarından Hüseyin Rahmi Gürpınar, 17 Ağustos 1864′te İstanbul’da dünyaya gelmiştir. Öykü ve roman yazarı olmasının yanı sıra Gürpınar, Natüralizm’in bu topraklardaki en büyük ve en önemli temsilcilerindendir. Padişah yaveri bir babanın çocuğu olarak İstanbul’’da doğan Hüseyin Rahmi, annesi ölünce babasının yanına Girit’’e gitmek zorunda kalır. Bir süre Girit’te kalır ancak babasının evlenmesi üzerine ilkokul çağında anneannesinin yanına İstanbul’a gönderilir. Son olarak burada yaşamını daim ettirmeye başlayan Hüseyin Rahmi, 1878 yılında Mekteb-i Mülkiye’ye girer. Ancak bir süre sonra Gürpınar, bir hastalıktan dolayı bu okulu bırakır ve Adliye Nezareti Kalemi’nde memur olarak göreve başlar. Bu görevlerin devamı gelir ve Hüseyin Rahmi daha sonra da Ticaret Mahkemesi’nde Azâ Mülazamı olarak görev yapar.
3970_murebbiye
1887 yılında ise Hüseyin Rahmi Gürpınar, Ahmed Mithat Efendi tarafından çıkarılan Tercüman-ı Hakikat gazetesinde yazılarını yayımlamaya başlar. Kendi yazılarını yayımladığı Tercüman-ı Hakikat’te Gürpınar, aynı zamanda dünyanın en önemli Fransız isimlerinden çeviriler de yapmaktaydı. Edebiyatımızın en üretken yazarı olarak da anılan Hüseyin Rahmi Gürpınar, söz konusu gazetede “ Şık” adındaki ilk romanını yayımlar. Daha ilk romanında kendisini belli eden Gürpınar, bu romanda batılılaşma rüzgârına kapılarak olağan dışı komik durumlara düşen kahramanlara yer vermiştir.1894 yılında ise Gürpınar, İkdam gazetesine geçiş yapar ve onu edebiyat dünyasına tanıtan yapıtı “Mürebbiye” bu gazetede tefrika edilir. Daha sonra “Metres”, Tesadüf ve “Nimetşinas” gibi eserleri de bu gazetede tefrika edilerek Hüseyin Rahmi ismi müthiş bir hızla yayılır. İstibdat günlerinin gelindiğinde ise sansür, Hüseyin Rahmi’’nin eserlerine de darbe vurur ve “Alafranga” romanı yasaklanır ancak takvimler 1911’i gösterdiğinde romanın adı “Şıpsevdi” olarak değiştirilir.Bir süre sansür yıllarında bir kenara çekilen Hüseyin Rahmi Meşrutiyet’in yeniden ilan edilmesi ile soluğunu belli eder. Bu dönemde kendisi gibi Edebiyat-ı Cedîde bağımsızlarından Ahmet Rasim ile “Boşboğaz ile Güllâbi” adında bir mizah dergisi çıkarır. Pazartesi ve perşembe günleri çıkan bu dergi 37 sayı boyunca mizahı en güzel haliyle insanlara sunmuştur.
Hüseyin Rahmi Gürpınar, 1924 yılında yayımlanan” “Ben Deli miyim” “adlı romanının ahlaka aykırı olduğu iddiasıyla yargılanır ancak beraat eder. Bir dönem Kütahya Milletvekilliği de yapan Hüseyin Rahmi Gürpınar, 8 Mart 1944 tarihinde hayata veda eder.
Hüseyin Rahmi Gürpınar’’ın Yazım Yaşamı
3970_psevdi
Hüseyin Rahmi Gürpınar, Natüralizm ile usta bir sanat anlayışı ortaya çıkarmıştır. Ahmet Mithat Efendi geleneği ile beslenen ve bu geleneği devam ettiren Gürpınar, sokağı edebiyata sokan sanatçı olarak da tarif edilmektedir. Onun ilk yıllara ait romanlarında genel olarak bir batılılaşma eğilimine karşı mükemmel bir alaya alma söz konusudur. Zira o yıllarda batılılaşma sadece bir taklit olarak varlığını sürdürmüştür. Bu şekilde ortaya çıkan olaylara Gürpınar, kayıtsız kalmamış ve ilk eserlerinde bu durumu ustaca kaleme almıştır. Bir sonraki dönemde (1908) ise bir süre Hüseyin Rahmi, batıl inançlar konusunu ele alarak eserlerinde birçok kahraman yaratmıştır. Sokağı edebiyata sokan Gürpınar, 1919 itibariyle toplumsal düzen ile ilgili konulara yönelmiştir. İstanbul, Hüseyin Rahmi’nin eserlerinde büyük yer tutmaktadır. Öyle ki onun için “İstanbul romancısı” tabiri kullanılmaktadır ve Gürpınar’ın romanlarının şehri İstanbul’dur. Farklı bir mizah anlayışı ile eserlerini kaleme alan Hüseyin Rahmi, İstanbul sokaklarını yarattığı kahramanlar ile okuyucuya sunmuştur.
Eserlerinde Anadolu’’yu mekan olarak seçmeyen Gürpınar, tek bir şehir üzerinden ülkeyi, o yılları sahip olduğu gözlemci ruh ile günümüze kadar getirmeyi başarmıştır. Hiciv yönü mükemmel bir ustalığa varan Hüseyin Rahmi, oldukça sade diliyle de dikkat çekmeyi başarmıştır. Tüm bunların yanı sıra onun eserlerinde kadın yaşamı da oldukça fazla yer tutar. Anneannesi ile büyüyen Hüseyin Rahmi, kişinin büyük bir gözlemci olduğu çocukluk döneminde kadınların arasında büyümüştür. Eserlerine çizdiği kadın tiplerinin gerçekliği Gürpınar’ın çocukluk döneminden gelmektedir ve onun İstanbul’’u bu kadar başarılı anlatmasının ardından yatan neden olarak da nitelendirilebilmektedir.
Doğacı ve gerçekçi bir sanat anlayışına sahip olan Hüseyin Rahmi, her kesimden kişiyi eserlerinde kullanmıştır. Bu kişiler arasında memurlar, ev kadınları, külhanbeyler, fahişeler, beslemeler, hanımefendiler, imamlar sayılabilir. Gürpınar’’ın en önemli özelliği ise; kuşkusuz bu kişileri kendi yerel şiveleri kendi üslupları ile konuşturması’dır. Böylece Hüseyin Rahmi Gürpınar, toplumu en doğal, en gerçek haliyle anlatmıştır. Öykü ve romanlarının dışında Gürpınar’ın “Hazan Bülbülü”, Kadın Erkekleşince”, Tokuşan Kafalar”, “İki Damla Yaş” adında oyunları da bulunmaktadır.
Romanları
Şık (1889)
İffet (1896)
Mutallâka (1898 Mürebbiye (1899)
Bir Muadele-i Sevda (1899)
Metres (1900)
Tesadüf (1900)
Şıpsevdi (1911)
Nimetşinas (1911)
Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç (1912)
Gulyabani (1913)
Cadı (1912)
Sevda Peşinde (1912)
Hayattan Sayfalar (1919)
Hakka Sığındık (1919)
Toraman (1919)
Son Arzu (1922)
Tebessüm-i Elem (1923)
Cehennemlik (1924)
Efsuncu Baba (1924)
Meyhanede Hanımlar (1924)
Ben Deli miyim (1925)
Tutuşmuş Gönüller (1926)
Billur Kalp (1926)
Evlere Şenlik, Kaynanam Nasıl Kudurdu (1927)
Mezarından Kalkan Şehit (1928)
Kokotlar Mektebi (1928)
Şeytan İşi (1933)
Utanmaz Adam (1934)
Eşkıya İninde (1935)
Kesik Baş (1942)
Gönül Bir Yel Değirmenidir Sevda Öğütür (1943)
Ölüm Bir Kurtuluş mudur (1954)
Dirilen İskelet (1946)
Dünyanın Mihveri Para mı Kadın mı (1949)
Deli Filozof (1964)
Kaderin Cilvesi (1964)
İnsanlar Maymun muydu (1968)
Can Pazarı (1968)
Ölüler Yaşıyor mu (1973)
Namuslu Kokotlar (1973)
Öyküleri
Kadınlar Vaizi (1920)
Namusla Açlık Meselesi (1933)
Katil Bûse (1933)
İki Hödüğün Seyahati (1934)
Tünelden İlk Çıkış (1934)
Gönül Ticareti (1939)
Melek Sanmıştım Şeytanı (1943)
Eti Senin Kemiği Benim (1963)
Kaynakça:
Yücebaş, Hilmi. Bütün Cepheleriyle Hüseyin Rahmi. İstanbul: İnkılâp ve Aka Kitabevleri, 1964
Levend, Agâh Sırrı. Hüseyin Rahmi Gürpınar. Ankara: TDK Yayınları, 1964

F-22 Raptor: Yırtıcı Kuş


Prowling the Pacific
F-22 çift motorlu uçaklarda devri değiştirme amacı ile çok üstün özellikleri olması hedeflenerek üretilmiş, çağa ayak uydurmuş fakat istenilen üstünlüğü sağlayamamış, yine de yeni bir dönemin açılmasına sebep olmuş bir savaş uçağıdır. Küresel tehditlerde, öncü ve ilk saldırı birimi olarak kullanılması planlanan uçak görevlerinde beklentileri karşılamış fakat fiyatı nedeni ile her ülkenin envanterine girememiştir.
f22Tasarım olarak düzenli ve estetik görüntüsü aynı zamanda radar okumalarında da avantaj sağlamasına olanak vermiştir. Genelde kanat altına takılan yakıt depoları ve silahlar, F-22′de kanat altında değilde, uçak içindeki bölmelere yerleştirilmiştir. Uçak içindeki cephane radara yakalanmasını azalttığı gibi aerodinamik bir yapı kazandırarak uçuş sırasındaki sürtünmeleri azaltarak hem hızı, hemde menzili olumlu yönde artırmıştır. Çift motorlu olan F-22, nozzle’lerin hareketli olmasından dolayı diğer savaş uçaklarına oranla(f-35 hariç) daha keskin dönüşler ve manevralarına olanak sağlamaktadır.
3953_f16-f35-f22-300x189İt dalaşı oyunlarında ve ani konum değiştirme durumlarında diğer uçaklarla kıyaslanamayacak derecede üstünlük sağlamıştır.Radara yakalanma olasılığı düşük olan bu uçak “ESM” olarak bilinen pasif algılama sistemlerince çok rahat izlenebilmekte ve yeri belirlenebilmektedir. “Lockheed Martin” firması tarafından üretilen uçakta silah sistemleri de hedeflenenden az sayıda kapasite edilmiştir. Uçak tehditlerine karşı havadan havaya 6 adet AIM 120c ve 2 adet AIM 9 olmak üzere 8 adet, havadan karaya kullanılmak üzere yine 2 adet AIM 120c ve 2 adet AIM 9 kullanılmakta ilave olarak ise 100lb JDAM füzeleri ve bombaları taşıyabilecektir.
Üretimi sınırlı olan f-22 ülkemiz envanterine yer edinememiştir, ABD donanmasında ve saldırı bölgelerindeki üslerde öncü ve destek olarak hazır halde kullanılmak üzere yüzlerce f-22 hazır ve çalışır durumda bekletilmektedir. F-16 dan çok üstün olarak gösterilen F-22 yeni nesil savaş uçağı olan F-35 e de tahtını vermeyecek gibi görünmektedir. Yaşanan aksilikler ve çıkan ekstra masraflar F-35 i daha seri üretime geçmeden tüm anlaşmaların bozulma noktasına gelmesine kadar götürmüştür.

Sabahattin Ali Kimdir?


3983_sabahattin_a
Edebiyatımızın en önemli ustalarından Sabahattin Ali, 25 Şubat 1907 tarihinde Edirne’’nin Gümülcine Sancağı’na bağlı Eğridere kazasında dünyaya gelmiştir. Babasının mesleğinden dolayı Sabahattin Ali, ilköğretimi eğitimini ülkenin çeşitli şehirlerinde tamamlamıştır. Edremit’te yaşadıkları süre içinde Yunan işgalinden ötürü aile, maddi ve manevi zor günler geçirmiştir. Daha sonra Sabahattin Ali, parasız yatılı olarak Balıkesir Muallim Mektebi’ne başlamıştır.
Sabahattin Ali, kaynaklara göre huzursuz bir aile ortamında büyümüştür. Küçük yaştan itibaren aile içinde mutsuz ve iletişim sorunları ile büyüyen Sabahattin Ali için Muallim Mektebi bir kurtuluş yolu olmuştur. Bu yıllarda usta yazar, yaşadıklarını kimi zaman şiir kimi zaman da öykü ve denemeleri ile keleme almıştır. Gazete ve dergilere şiirlerini gönderen Sabahattin Ali, arkadaşlarıyla bir okul gazetesi de çıkarır. Onun için Muallim Mektebi’nde geçirdiği bu yıllar büyük bir öneme sahiptir. Bu sürede kendisini keşfeden ve bunu da kaleme alan Sabahattin Ali, zamanla okulun düzeninden sıkılmaya başlar ve çeşitli olaylar başından geçer.Bir olay neticesinde ise okul yönetimi Sabahattin Ali’y’i İstanbul’’a naklederek orada eğitimine devam etmesini sağlar.1926 yılında İstanbul’da ki okula yerleşen Sabahattin Ali, burada büyük bir şans yakalar. Çünkü o yıllarda Ali Canip Yöntem, Muallim Mektebi’nde edebiyat öğretmenliği yapmaktadır. Ondaki cevheri fark eden Ali Canip Yöntem yardımıyla şiirleri, öyküleri ve denemeleri birçok önemli dergide yayımlanmaya başlar.
1927 yılında ise Sabahattin Ali, kendisini çok etkileyecek olan babasının ölüm haberini alır. Babasının ölümü üzerine Sabahattin Ali, “Babam İçin” adlı şiiri kaleme alır. Şiir, 15 Ocak 1927 tarihinde “Güneş Dergisi”’nde yayımlanır. Şiirin ilk kısımları ise şu şekildedir.
Babam İçin3983_kuyucakli_yusuf
Allah’ım!.. İşte bugün,
Şu zavallı ömrümün
En matemli günü
Elim böğrümde kaldım,
Ben bu gün haber aldım:
Babamın öldüğünü.
Daha kaç gün evvel,
Yüzümü okşayan el,
Şimdi toprak oluyor.
(…)
Sabahattin Ali, yaşadığı acı olayı bu şekilde aktarır ancak bu şiirdeki bazı kelimeler aslında onun tüm hayatını esir alacaktır. Hayatı boyunca acı ve üzüntüyü aktaran kelimeler onun peşini bırakmayacaktır. Söz konusu şiiri henüz 19 yaşında kaleme alan Sabahattin Ali, aynı yıl okuldan mezun olur. Artık bir öğretmen olan Ali, Yozgat Merkez Cumhuriyet Okulu’na dayısının yardımı ile tayin edilir. Aile, Yozgat’a yerleşir ve burada Sabahattin Ali, kısa zamanda kendisini sevdirir. Ancak onun çocukluktan beri sahip olduğu mutsuzluk ve yalnızlık duygusu peşini bırakmaz. Sabahattin Ali, bu günlerde edebiyatı, sanatı konuşabileceği insanların yokluğundan şikayet etmektedir.
Öyle ki Nahit Hanım adındaki bir arkadaşına 24 Kasım 1927 tarihinde, yani Yozgat’’a gittiği ilk zamanlara ait bir mektubunda şu şekilde yazmıştır; Burası beni muhakkak çıldırtacak. Ne basit muhit Yarabbi… Düşün kardeşim konuşacak bir insan bile yok. Hepsi alelade, hepsi dümdüz. (…) Konuşacak dert yanacak bir adam diye kendi kendime haykırdım… Yoktu.. Malumat sahibi, derin, muğlak bir kimseye rast gelmek mümkün değildi. Müthiş bir surette yalnız kaldığımı hissetim. Ah… bilhassa bu kadar kalabalığın içinde yalnızlık ne acı oluyor Yarabbi.. “ *
3983_kurk_mantolu_madonna_sabahattin_ali
Sabahattin Ali, yalnızlık hissini ağır bir şekilde hissettiği o günleri yine büyük bir içtenlikle bu şekilde kaleme almıştır. Yine bu zamanlarda Sabahattin Ali, yazdıklarının kendisinde oldukça küçük olan dayısının oğluna okumaktadır. His dünyası bu derece geniş olan Sabahattin Ali, İstanbul’da staj döneminde tanıştığı ve Yozgat’ta da sürekli mektuplaştığı Nahit hanıma aşık olur. Ancak aşkına karşılık bulamaz ve bu duruma karşı duyduğu üzüntüyü de Sabahattin Ali, yine kâğıda aktarır. Bu şekilde hem aşk hem de üzüntü duygularının hâkimiyetinde olan usta kalem, bir yandan da İstanbul’u özlemektedir. Ancak Yozgat’taki bu günleri onun yazım hayatı için büyük bir önem arz edecektir. Sabahattin Ali, burada Anadolu insanını ve hayatını gözlemleyecek, tanıyacak ve ileride romanında bu durumu kaleme alacaktır.
Daha sonra Almanya’da iki yıl eğitim alır. Ardından ülkeye geri dönerek Sabahattin Ali, Konya’da öğretmenliğe devam eder. Bu yıllarda Atatürk’ü hiciv ettiği iddiasıyla tutuklanan Sabahattin Ali, bir süre hapis yatar ve af nedeniyle tahliye olur.
1944 yılında Nihat Atsız ile ilgili yazdığı yazıdan dolayı Sabahattin Ali’ye dava açılır. Açılan davayı kazanan Sabahattin Ali, yine de bu dönemde büyük sıkıntılar yaşamıştır. Daha sonra bir süre fıkralarını yayımlamaya başlayan Sabahattin Ali’nin yazıları engellenir ve bunun üzerine usta kalem, Aziz Nesin ve Rıfat Ilgaz ile siyasi mizah dergileri çıkarmaya başlar. Ancak burada yazdığı yazılarda İsmet İnönü ile alay edildiği iddiası ile Sabahattin Ali 3 ay kadar ceza alır. Yine bu dönemde Sabahattin Ali bir süre daha cezaevinde yatmıştır ve bu durum onun için giderek dayanılmaz bir hal alır.
Sabahattin Ali’nin Öldürülmesi
Tek parti yıllarında yazıları hiçbir yerde yayımlanmaz ve işsiz kalır. Bu olumsuzluklar üzerine ülkeden gitmek ister ancak Sabahattin Ali’’nin bu günlerde pasaport talepleri onaylanmaz. Bunun üzerine usta kalem, Bulgaristan’a kaçmaya karar verir. Bu kaçma hadisesi için Ali Ertekin isimli bir kaçakçı ile anlaşır. Sabahattin Ali, ordudan atılmış olan ve ajanlık yaptığı söylenen Ali Ertekin tarafından insanlık dışı duygular ile öldürülmüştür. Ancak Sabahattin Ali’’nin ölümü hakkında hâlâ cevaplanamayan sorular bulunmaktadır. Sabahattin Ali’yi kendisinin öldürdüğünü itiraf eden Ali Ertekin, 4 yıl ceza almış ancak birkaç hafta sonra ülkede ilan edilen aftan faydalanarak cezasını çekmemiştir. Sabahattin Ali’’nin yakınları ise bu konuda başka iddialarda bulunmuş ancak bu durumun bir bilmece olarak varlığını korumaktadır.
Edebiyata şiir ile adım atan Sabahattin Ali’nin şiirleri geçmişten günümüzü birçok önemli isim tarafından bestelenmiştir. Şiirin yanı sıra 1937’de yayımlanan “Kuyucaklı Yusuf” adlı roman, Sabahattin Ali’nin kaleme aldığı en önemli yapıtlardandır. Edebiyatımızda gerçekçi roman olarak adlandırılın türün en farklı örnekleri arasında sayılan bu roman Sabahattin Ali’nin kuşkusuz Yozgat, yıllarından kalma izlenimlerini yansıtmaktadır. Yine usta sanatçının “Kürk Mantolu Madonna” adlı yapıtı da edebiyatımızın en önemli romanları arasında sayılmaktadır.
Sabahattin Ali’nin Bazı Eserleri
Şiirleri
•*Dağlar ve Rüzgâr (Sabahattin Ali’nin geleneksel halk şiirinin etkilerini taşıdığı şiirlerinden oluşur.)
*•Kurbağanın Serenadı ve Öteki Şiirler’le birlikte
Öyküleri
• *Değirmen
• *Kağnı
• *Ses
• *Yeni Dünya
• *Sırça Köşk
• *Bir Orman Hikayesi
Romanları
•*Kuyucaklı Yusuf
•* İçimizdeki Şeytan
•*Kürk Mantolu Madonna
Sabahattin Ali’nin Bestelenen Bazı Şiirleri
*•“Eşkiya Dünyaya” ve “Leylim Ley” Zülfü Livaneli
•*Hapishane Şarkısı V” şiiri Edip Akbayram tarafından “Aldırma Gönül” adı ile   bestelenmiştir.
*•Hapishane Şarkısı III” şiiri “Geçmiyor Günler” adıyla Ahmet Kaya
•“*Çocuklar Gibi” Sezen Aksu
*•“Göklerde Kartal Gibiyim” Volkan Konak
Kaynakça:
* Bezirci, Asım, Sabahattin Ali, İstanbul, 1987, s. 23-24

Avustralya Kıtasını Keşfeden Kişi: James Cook


3979_cook-sm
Avustralya kıtası çok kolay bir şekilde keşfedilmeyen kıtaydı. Bu kıtanın keşfi 18. yy sonlarında yapıldı. Gerçi İspanyol ve Portekizli gemiciler Avustralya kıtası’nın yakınlarına kadar gelmişlerdi ancak kıtayı farketmeyip Avustralya’ya uğramamışlardı. O kadar çok gemiciler bu kıta’nın çevresinde dolanmasına rağmen kıtayı tam anlamıyla keşfeden olmamıştı. Hatta kıta’nın birkaç kilometre açıklarındaki bir ada keşfedilmişti ve bu adayı keşfeden de Tasman’dı. Tasman bu adayı keşfettiği zaman büyük bir sevinç yaşamıştı. Adaya kendi adını çağrıştıran Tasmanya ismini verdi.
Birçok gemici bu araya uğramışlardı.İngiliz korsanlarından Dampir bu adanın batı kıyısına uğramış ancak burayı tamamen keşfedememiştir.  Aynı şekilde Hollandalılar da bu adanın batı kısmına uğramışlar ancak yine adanın tam anlamıyla her toprağını gezememiştir. Ancak bu adanın her yerini gezmen ve haritasını çizmek sadece James Cook’a nasip olmuştur.
3979_ima56gesCook ailesinin onuncu çocuğuydu. Ve yaşamı fakirlik içerisinde geçti. Bu fakirlik sırasında mecburen çalışması gerekiyordu. Bu yüzden dolayı bir manifaturacının yanında iş buldu ve orada çalışmaya başladı. Ancak çalıştığı adam hep Cook’a kötü davranırdı. Yaptığı bazı hatalardan dolayı sık sık döverdi. Bazen Cook işe gitmek istemezdi ancak ailesi büyük bir para sıkıntısı çektiği için mecburen gitmek zorunda kalırdı. Ancak daha fazla dayanamayan Cook bu adamın yanından kaçıp limandaki gemilerde birine miço olarak yazıldı. Ancak şansı gemilerde de dönmedi. 13 yaşlarında adamın yanından ayrılmıştı ve şimdi yaşı yirmi yediydi ancak bu yaşına kadar çok ağır işlerde çalıştı. Ancak bu ağır işine rahmen haritacılığı da öğrendi. Bu sıralarda Kanada’da yaşamaya başladı. Ve Kanada’nın batı kıyılarının haritalarını çizdi. Bu haritacılık Cook’un şansının dönmesine çok yardımcı oldu.  İngiliz bahriyesi bu Cook’u bu harita çizme yeteneği taktirle karşıladı ve onun rütbesini teğmenliğe yükseltti. Cook giderek tanınmaya başlanmıştı. İyi bir gemiciydi. Aynı zamanda başarılı haritacı ve başarılı bir subaydı. O yıllarda Pasifik Okyanusunda yapılacak keşif görevlerini Cook’u önderliğinde yaptılar. Cook uzun yıllar geçen şansız hayatını tamamen değiştirmişti. Artık bir yönetici bir haritacı ve çok başarılı bir subaydı.
3979_im66ages
Cook kendisine verilen 83 kişilik mürettebatı ile 1768 de gemisi ile yollara çıkarak keşifler yapmaya başladı. Aradan geçen altı ay içerisinde Tahiti’ye vardı. Burada bir süre durdu. Burada bulunduğu süre içerisinde yıldızlarla ilgili gözlemler yapıyordu. Daha sonra gözlemlerini tamamlayıp Yeni Zellandaya harekete geçti. Ve hareketinde belli bir süre sonra şuan da adı Cook Boğazı olan boğazın keşfini yaptı.  Daha sonra Cook boş durmayıp Yeni Zellada’nın tam bir haritasını çıkardı ve buraya İngiltere adına el koydu. Yeni Zellandayı İngiltere adına aldıktan sonra kuzey batıya doğru ilerlemeye başladı. Burada Avustralya’nın doğu kıyılarına yani bugun Sdney şehrinin bulunduğu körfeze gitti. Buraya vardıktan sonra yavaş yavaş aşağıya doğru indi. Bu yolculuktan sonra Cook birşeyin farkına vardı. Burası bir kıtanın devamı olmadığını ancak ve ancak tamamen koca bir ada olduğunu farketti. Ve hemen haritalarını çıkarmaya başladı. Cook Yeni Zellanda’daki gibi burayı da İngiltere adına el koydu. Buranın adına New South Wales koydu. Bu ismi verdiğinde tarih 1770′i gösteriyordu. Tabi bu koca adanın keşfi hemen olup bitmedi. Cook bu adanın tamamen keşfini 1772 yılıda tamamladı. Daha emrindeki iki gemi ile Güney Kutbuna yol aldı. Güney Kutbuna gelen Cook daha sonra Güney Pasifiği dolaştı. Bu dolaşmalar sırasında Kaledonya ve Norfolk adalarını keşfetti.
3979_imagesCook üçüncü ve son keşif gezisine çıktı. Bu son keşifte Bering Boğazını kullanarak Sibirya’nın kuzey kıyılarını inceledi. Burada Pasifik kıyılarının haritalarını çıkardı. Haritaları çıkardıktan sonra Havai adalarına geçti. Ancak Cook bu adaya vardığında yerlilerle sorun yaşamaya başladı. Yerliler Cook’un sahip olduğu gemiden eşyalar çalmaya başlamışlardı.Bunu öğrendikten sonra Cook yerlilerle araları açıldı. İngilizler bunlara fazla dayanamadı ve aralarında biri ateş açmaya başladı. Cook önceden bir yerliye bıçak hediye etmişti. O yerli Cook’un hediye ettiği bıçak ile Cook’u yaraladı. Ancak bu çatışma son bulmadı. Yerliler ateş sonrası çok öfkelendiler ve ingilizleri öldürmek için büyük bir hırsla saldırıya başladı. Burada ingilizler kaçtılar ancak Cook orada hayatını kaybetti.(1779)
Cook öldürüldüğünde tam olarak 51 yaşındaydı. Cook’un bir hayali vardı. Büyük Okyanusta keşfedilmemiş hiçbir ada bırakmak istemiyordu. Bunun ardından gelen diğer bir projesi ise Güney Kutbunu keşfetmek istemesiydi. Ancak ölümü bu hayal ve projelerine engel oldu. Ancak ölmesinden sonra çıkardığı Yeni Zellanda, Avustralya ve Pasifik haritaları 18. yy da onun büyük bir kaşif ve haritacı olmasını sağladı.

Victor Hugo Kimdir?


hugo
Romantik akımın lideri Victor-Marie Hugo, 1802’de Basançon’’da dünyaya gelmiştir. Çok yönlü bir sanatçı olan Hugo, düz yazı ve şiir ustası olarak kendisinden sonra gelen birçok şair ve yazarı etkilemiştir. Hugo’’nun babası, Fransa İmparatorluğu’nun en şaşalı döneminde general olarak görev yapmıştır. Daha çok babası ile yaşayan Hugo, eğitiminin ilk yıllarını İspanya’da aristokrat bir okulda geçirir. Hugo’’nun babasının bir general olması, doğuştan aristokrat olmaması Victor Hugo için okulda dışlanmasına neden olacaktır. Geleceğin çok önemli bir kalemi olacak olan Hugo, bu yıllarda aristokratik yapıya karşı olumlu ve olumuz fikirlere kapılmasına neden olur ve zamanla bu durum onun siyasi fikirlerini de etkileyecektir. Bu şekilde eğitiminin ilk dönemlerini tamamlayan Hugo, Paris Hukuk Fakültesi’ne kaydolur ancak ülkenin içinde bulunduğu durum ve ailenin maddi olanaksızlıkları onun okulu bırakmasına neden olur. Okuldan ayrılmak zorunda kalan Victor Hugo, bu yıllarda şiir yazarak edebiyata, sanata merhaba der. Yirmili yaşlarında olan Hugo, bu sürede kalemini kraliyetten yana kullanır ve bu görüş ile şiirler yazar. Annesini de bu dönemde kaybeden Victor Hugo’’nun şiirleri kraliyetin hoşuna gider ve XVIII. Lois tarafından sürekli aylığa bağlanır. Bu durum Hugo’yu maddi olarak rahatlattığı gibi yavaş yavaş adının duyulması sürecini de başlatır.
3981_cromwell-victor-hugo-
Artık kendisini tamamen edebiyata adayan Victor Hugo, Romantizm’in lideri olarak 1824 yılında romantik sanatçıların bir arada bulunduğu “La Muse Française” adlı dergiyi kurar. 1827’de “Cromwell” adlı oyununu yayımlar. Söz konusu oyunun önsözünde Victor Hugo, Romantizm akımının ilkelerine yer vererek akımın yazılı olarak edebiyat dünyasına tanıtır. 1830 yılında ise Hugo, hem ülke hem de edebiyat dünyasında büyük bir yankı uyandıracak olan “Hernani” adlı oyununu yayımlar. Oyun sahnede canlandırılır ve izleyenler arasında büyük bir heyecan duygusu uyandırır. Bunun yanı sıra Klasisizm’e bir tepki olarak ortaya çıkan, Romantizm’in izlerini taşıyan “Hernani” adlı oyun klasik sanatçılar ile romantik sanatçılar arasında büyük bir tartışma yaratır.
Bir yıl sonra Victor Hugo, “Notre Dame’ın Kamburu” adlı ilk romanını yayımlar ve edebi olarak başarısız bulunan bu eser o günlerde Victor Hugo’nun sahip olduğu ün sayesinde ülkede çok fazla kişi tarafından okunur.
1843 yılına gelindiğinde ise Victor Hugo, acı bir olay yaşar. Söz konusu tarihte Hugo’’nun kızı bir kaza sonucu boğularak ölür ve sanatçı bu tarihten 1852 yılına kadar herhangi bir türde eser vermez. Avrupa’da ortaya çıkan ve git gide bir çığ gibi büyüyen 1848 İhtilâli sonrasında Victor Hugo, Cumhuriyetçiler arasında yer alır ve politika içerisinde yer alarak parlamento üyeliğine seçilir. Bazı siyasi olaylar nedeniyle 1851 ülkesini terk etmek zorunda kalır. Channel Adaları’na yerleşen Hugo, burada en ünlü eseri olan “Sefiller” adlı eserini kaleme alır. Bu roman sayesinde adını tüm dünyaya duyuran Victor Hugo, Fransa’da Cumhuriyetin yeniden kurulması ile kurulan meclise seçilir ancak o, edebiyatı seçer ve bu görevi üstlenmez. Son zamanlarında da edebiyat ile uğraşan Victor Hugo, 1885 yılında ülkesinde hayata veda eder.
3981_sefiller
Bazı Şiirleri
• Odlar ve Çeşitli Şiirler
• Yeni Odlar
• Odlar ve Baladlar
• Sonbahar Yaprakları
• Şafak Türküleri
• Gönülden Sesler
• Işınlar ve Gölgeler
• Azaplar
• Düşünceler
• Sokak ve Orman Şarkıları
• Korkunç Yıl
• Büyük Baba Olma Sanatı
Romanları
• İzlanda Hanı
• İdam Mahkûmunun Son Günü
• Notre Dame’ın Kamburu
• Sefiller
• Deniz İşçileri
• Gülen Adam
• Doksan Üç İhtilâl
Oyunları
Cromwell
• Amy Robsart
• Hernani
• Kral Eğleniyor
• Maria Tudor
• Padova Tiranı Angelo
• Derebeyler
• Özgürlükte Tiyatro
Victor Hugo’nun romantik akım ile kaleme aldığı bir şiiri…
Ağlamak İçin Gözden Yaş mı Akmalı?
Ağlamak için gözden yaş mı akmalı?
Dudaklar gülerken, insan ağlayamaz mı?
Sevmek için güzele mi bakmalı?
Çirkin bir tende güzel bir ruh, kalbi bağlayamaz mı?
Hasret; özlenenden uzak mı kalmaktır?
Özlenen yakındayken hicran duyulamaz mı?
Hırsızlık; para, mal mı çalmaktır?
Saadet çalmak, hırsızlık olamaz mı?
Pembe bir gonca iken gül dalında solmaz mı?
Öldürmek için silah, hançer mı olmalı?
Saçlar bağ, gözler silah, gülüş, kurşun olamaz mı?
Victor Hugo
Kaynakça:
Çetişli, İsmail, Batı Edebiyatında Edebi Akımlar, Akçağ Yayınları, 2011

Parkinson Nedir?


3975_parkinon2
Her yıl 11 Nisan günü “Dünya Parkinson hastalığı” günü olarak bilinmektedir. Bir hafta boyunca Parkinson dernekleri hastalıkla ilgili önemli açıklamalar yapmaktadır.
Parkinson hastalığı nedir? Parkinson bir  beyin hastalığıdır . İnsan beyninde belli bölgelerde üretilen dopaminin eksikliği sonucu ortaya çıkan, nörolojik bir hastalıktır . Dopamin;  insanların akıcı ve uyumlu hareket etmesini sağlar. Dopamin beyine gelen bilgilerin sinir hücresine iletilmesiyle vücut dengesini sağlar. Bu hücreler hasar gördüğünde ya da azalma görüldüğünde dopamin salgılayamaz. Beyinde salgılanan dopaminin eksiklik kaynağı hala belirlenememiştir.

3975_parkinson1
Parkinson klinik bulgularla belirlenen bir hastalıktır. Sinsi ilerleyen bir hastalık olduğundan dolayı başta fark edilmez. Genel olarak 50 yaş ve üzerinde görülür. Belirtileri vücutta titreme görülür, hareket yeteneğini kaybetme, kas ağrıları, eğik bir şekilde yürümek, koku duyusunda kayıp, terleme, yutma zorluğu, kısık sesle konuşma gibi belirtileri vardır. Parkinson hastasının hayatını kolaylaştırmak için aile desteği, hastanın inancı ve gayreti önemli bir faktördür. Hastalığın tamamen ortadan kaldırılabilmesine ya da önlenmesine yönelik henüz bir sonuç bulunamamıştır. Hasta ilaçla tedavi edilir fakat kesin bir sonuca varılamaz, amaç parkinson’un etkilerini azaltmaktır.
3975_parkinson3
Parkinson teşhisi konulan hastanın hayatını kolaylaştıracaklar bazı öneriler: Öncelikli olarak hastalıkla ilgili olumlu düşünün ve doktorunuzla diyalog halinde bulunun. Verilen ilaçları doktorun verdiği saatlerde kullanmaya dikkat edin, her gün yaptığınız aktiviteleri bağımsız yapın. Hastanın hayatını kolaylaştırmak için ev ortamında ki gereksiz eşyaları kaldırarak mümkün olduğunca sade bir ortam oluşturmalısınız. Ayakta durmak yerine oturmayı tercih edin. Zaman zaman sorun yaşayabileceğiniz banyo, küvet ve tuvalet duvarlarında tutunacak barlar bulundurabilirsiniz. Geceleri bulunduğunuz ortamın zeminin aydınlık olmasına dikkat etmelisiniz. Mümkün mertebe hareketlerinizi daha kontrollü yapabilmek için hareketlerinizi kolaylaştırıcı ortamlar oluşturmalısınız.

Yemek Borusu ve Reflü


3958_ref
Yemek borusunun üst 1/3′ ü istemli kasılan kaslardan alt 2/3′ ü istemsiz kasılan kaslardan oluşur. Uzunluğu 22-25 cm arasında olup görevi besinleri ağız boşluğundan mideye taşımaktır. Yutma işlemi olmadığı durumda, yemek borusu üst ucu üst özofagus sfinkteri denilen bir kapakçık tarafından veya yüksek basınç bölgesi oluşturan krikofaringeal kas tarafından kapatılarak solunan havanın yemek borusuna girmesi engellenir. Alt özofagus sfinkteri ise yüksek basınç oluşturarak, mide içeriğinin yemek borusuna geçişini engeller. Yutma sırasında, medulla oblangatadaki yutma merkezi, yutak ve yemek borusunun peristaltizmini ( bağırsaklar, yemek borusu veya boru şeklindeki diğer anatomik yapıların birbirini izleyen dairesel kasılma ve gevşeme dalgalarıyla karakterize ve içeriğin ileri doğru ilerlemesini sağlayan hareketidir) koordine ederek üst ve alt özafagus sfinkterini gevşetip besinlerin mideye doğru sevk edilmesini sağlar.
Yemek borusunun kaslarının kasılması asetil kolin denen bir maddenin salgılanması ile olur, buna karşılık asetil kolinin salgılanmasının engellenmesi ya da nitrik oksit, vazoaktif intestinal peptit salgılanması gevşemeyi sağlar. Yemek borusu ağızdan mideye besinleri taşırken, aynı zamanda kendisini gastrik asit reflüsüne karşı korumalıdır. Yemek borusu üç sistem ile korunur: antireflü bariyeri, luminal temizleme mekanizmaları ve organ direnci
Yutma güçlüğü, ağrılı yutma ve göğüste yanma yemek borusu için ileri derecede özgül semptomlardır. Göğüs ağrısı yemek borusunun hastalıklarında yaygın olmasına rağmen, kalp hastalıklarını da kapsayan pek çok hastalıkta görülür.
3958_reflu
Göğüste yanma: göğüste yanma yemeklerden sonra ve sırtüstü yatıldığında kötüleşen, anti asitlerle en azından geçici olarak rahatlayabilen, tekrarlayıcı özellikte, substernal ağrı ile karakterize semptomlar kompleksidir. Antiasitlerle rahatlama özellikle önemlidir çünkü hastalığın asidite ile ilişkisini belirler. Rahatsızlığın niteliği yanıcı tarzdadır ve genellikle ağıza doğru yayılır. Göğüste yanma çoğu zaman ağızda acı bir tat duygusu veya ağza gelen tuzlu bir sıvı ile beraberdir. Antiasitlerle rahatlayan substernal ağrı tipik semptomlarıyla uzun bir dönem boyunca haftada en azından bir defa tekrarlıyorsa tek başına bu hikaye reflü tanısını mümkün kılar. Malesef hastalar göğüste yanma hissini sıklıkla yanlış tanımlamaktadırlar.
Ağrılı yutma: genellikle mukozal ülserasyonla birlikte olan akut ve şiddetli özafajit durumunu gösterir. Ağrılı yutma karakteristik olarak yutma işlemi sırasında şiddetlenen, saplanıcı veya sızlayıcı tarzda duyulan ağrıdır. Enfeksiyonların, hapların veya radyasyonun neden olduğu özafajitlerde sık, fakat reflünün neden olduğu özafajitlerde nadirdir.
Yutma güçlüğü: karakteristik olarak yemeklerin ağızdan yemek borusuna geçişinde zorluk görülür
Kalp hastalıklarına bağlı olmayan göğüs ağrısı: göğüs ağrısı, göğüste yanma ve ağrılı yutmadan farklı olup, yemek borusunun hastalıklarında sıktır.
3958_zofagusReflü; mide içeriğinin mideden yemek borusuna güç harcanmadan hareketi ile ilişkili fizyolojik bir olaydır. Genellikle hemen herkeste günde bir çok kez, semptom ve hasara ait bulgulara neden olmaksızın meydana gelir. Yemek borusundaki reflü hasarı (reflü özafajiti) en yaygın formudur ve en sık tekrarlayan göğüs yanması ile tanınır. Göğüste yanma olan hastaların hemen hemen hepsinde yemek borusu mukozasında patoloji olmasına rağmen, yaklaşık olarak %40′ ında endoskopik olarak saptanabilen lezyonlar mevcuttur. Göğüste yanmanın prevalansına dayalı olarak, dünyada en sık rastlanan hastalıklardan biridir. ABD’ de erişkinlerin yaklaşık olarak %45′ i en azından ayda bir kez, yaklaşık %20′ si haftada bir kez ve en az %10′ u her gün göğüste yanma tanımlar. Göğüste yanma erkeklerde kadınlara göre 2-3 kat daha fazla ve beyazlarda siyahlardan daha sıktır. Reflü nadiren ölüme neden olmasına rağmen hayat kalitesini düşürür ve komplikasyonlarından dolayı %10-15 oranında ciddi mortaliteye sahiptir. Göğüs yanması tipik olarak günde bir veya iki kez oluşur, tedavi edilmediği takdirde birkaç dakikadan bir saat veya daha fazlaya kadar sürebilir. Bununla birlikte göğüs yanmasının sıklığı, süresi ve şiddeti hastalığın endoskopik ağırlığını belirlemez.
3958_reffluReflü özofajitindeki hasar endoskopi ve biyopsi ile en iyi şekilde değerlendirilir. Buna rağmen hastaların 2/3′ ünde endoskopi bulguları normaldir. Antiasit ve asit baskılayıcı tedavi semptomları etkin bir biçimde kontrol eder; bununla birlikte yaşam biçimi değişimleri ve tedaviye uyumsuzlukta veya ilerlemiş hastalık durumlarında relaps sıktır. Tedavi öncelikle medikaldir. Tedavinin amacı semptomları rahatlatmak, relapsı ve komplikasyonları önlemektir. Tüm hastalara başlangıçta semptomları iyileştirecek olan yaşam tarzı değişiklikleri önerilir. Antiasit ve antiasit alginat kombinasyonları güvenli, ucuz, uygun olmaları ve ara sıra meydana gelen göğüs yanmasını etkin bir şekilde rahatlattıkları için önerilir. Bununla birlikte aynı ajanlar kötü tatları, ishal ve kabızlık gibi yan etkilerinin sürekliliği ve böbrek hastalarındaki magnezyum veya aliminyum toksisitesi olasılığı gibi yan etkilerinden dolayı sürekli kullanıma uygun değildirler.
Kaynakça:
CECİL Dahiliye essentials of medicine