Bu Blogda Ara

30 Eylül 2012 Pazar

Gümüş Nedir? Türleri Nelerdir? Üretimi Nasıl Yapılır?

Çok eski zamanlardan beri bilinmenin yanı sıra altın ve bakırdan sonra keşfedilmiştir. Altın hammadde olarak az olmasına rağmen dünyanın her yanına yayıldığı için gümüşten çok daha önce kullanılmaya başlanmıştır. Doğada bulunan gümüş miktarının az olması ayrıca çok derinlerde bulunması bunun en önemli sebeplerindendir. Gelişen dünyamızda çok daha karışık olan ve saf durumda olmayan gümüş filizlerini elde etmek için çalışmalara başlanmıştır. Üretimi ise eski yöntemlerden biri olan kuşunla karıştırma şeklidir. Bu uygulama ile gümüş cevherleri veya saf olamayan gümüş ürünleri kurşun yahut kurşun filizleriyle bir fırında eritilir ve gümüş-kurşun karışımı elde edilir. Daha sonra karışımdan basit şekilde saf gümüş elde edilir.

Gümüş Türleri
Gümüşün yapısı oldukça yumuşak olması nedeniyle kolay şekil almaktadır. Fakat çoğunlukla günümüz kullanımına uygun olabilmesi için üretimde içine belli ölçülerle bakır karıştırılır. Yumuşak bir metal olmasından ötürü takı sektöründe de kullanılmaktadır. Genel yapımında dünyaca bilinen formül ise 925 gram gümüş ile 75 gram bakır karıştırılır.
925’lik gümüşün dışında kullanılan gümüş türleri;
1)Karen Dağ Kabilesi Gümüşü
İlk çağlarda tamamen ilkel metotlarla Taylan’ın dağlık bölgesinde yaşayan insanlar tarafından üretilmiştir. Halk yaptığı gümüş takılarla dünyada ün yapmıştır. İlkel olarak başlayan üretimde 975-999 gram gümüş ile1-75 gram bakır kullanılmaktaydı. Çok yüksek bir saflığa sahip ve takıların yapımında oldukça kullanılmaktadır.
2)Alman Gümüşü
Genellikle ürünlerin dış yüzeyinde kaplama şeklinde görülmekle birlikte nikel ve bakır üzerine yapılmaktadır. Kaplama yapılan gümüş yüzeyden kazındığı zaman alttaki nikel ve bakır cilde temas ettiği esnada kızarıklıklara yol açarak, zehirlenmelere sebebiyet verir. Kalitesiz hammaddeden yapılan çatal, kaşık ve bıçak gibi sürekli yemek yerken kullandığımız malzemeler sağlığımız açısından büyük tehlike oluşturmaktadır. Dışta kaplama şeklinde olan ve hammaddece kalitesiz olan bu kaplarla sıcak besinlerin tüketilmesi tehlikeyi körüklemektedir.
3)Alpaca Gümüşü
Kötü niyetli satıcılar tarafından uydurulmuş bir kavramdır. Kullanımı genel olarak evlerde kapı tokmağı, pencere kolu gibi eşyaların yapımında kullanılan, bakır, alüminyum ve nikel gibi metallerin birleştirilmesi ile oluşur.

Bakır Nedir? Bakırın Özellikleri, Bakır Madenleri ve Kullanım Alanları

1B geçiş grubu elementi olan, periyodik cetvelde simgesi (Cu) olarak gösterilen kırmızı yada kahverengi görünümlü metale Bakır adı verilir. Kimyasal etkinliği düşüktür. Atom yarıçapının küçük olması ve çekirdeğinin aşırı yüklü olması buna neden olmaktadır. Bu durumu anlatabilmek açısından formüle edilmiş bir elektrokimyasal tepkimenin yükseltgenme – indirgenme potansiyelinin pozitif (+) değerli olması (0.34 V) konuya örnek olarak gösterilebilir.
Bakırın tepkimeye girebildiği başlıca asit çeşitleri vardır. Bilinen bu asitler dışında bakırın diğer maddelerle bir reaksiyona girmesi olanaksızdır. Tepkime oluşturulan asitler incelendiğinde bunlar yükseltgen özelliği olan ve kendisiyle çeşitli karışımlar oluşturabilen asitlerdir. Hidroklorik asit, Nitrik asit ve Yüksek sıcaklıktaki Sülfürik asit bahsi geçen asit çeşitleridir.
Madde açık ortamda uzun bir süre kalması neticesinde, içinde bulunduğu bölgenin hava şartlarına göre yüzeysel oksitlenme ve paslanmaya uğrayabilir. Bakır üzerinde meydana gelen bu bozulma sürecine kimya dilinde ‘’Korozyon’’ adı verilir. Korozyonun meydana gelmesinin sebebi maddenin dış kısmının baz özellik taşıyan karbonat ile kaplanmasıdır. Başka bir özelliği ise asit ortamda havayla daha çok oksidasyona (Molekülden elektron uzaklaşması, molekülden Hidrojen atomunun uzaklaşması, molekülden Hidrur iyonunun uzaklaşması yada moleküle oksijen sokulması ) girebilir. Bu sayede yağ özellikli maddelerle tepkimeye girmek suretiyle emetik tuzları meydana getirir. Çok aşırı ısıtıldığında kızıllaşarak oksidasyona girmek suretiyle kararmaya başlar.
Kimyasal değerlerine bakıldığında ;
Atom sayısı : 29
Atom kütlesi : 63,54
Özgül kütlesi : 8,9 g/ cm3
Kaynama sıcaklığı : 2567 o C
Erime sıcaklığı :1083,4 oC
Yükseltgenme dereceleri : +1 , +2
Elektron biçimlenmesi : (2, 8, 18 ) s1
Kararlı izotopları : 63 ve 65
İzotopları : 58 – 68 arası oldukları görülmektedir.
Bakırla ilgili cevherler ise iki çeşittir. Bunlardan ilki oksitli cevherlerdir. Oksitli cevherler dünya üzerinde Uzak Doğu ile Kuzey ve Güney Amerika’da çıkartılırlar. Zambiya, Şili ,Zaire ve Amerika bunlardan bazılarıdır. Cevherlerin adı Atakamit, Azurit, Krizokol, Kuprit, Malahit, ve Melakonit olarak bilinmektedir. Bakır cevherlerinin ikinci çeşidi ise Sülfürlü cevherlerdir. Yaygın olarak çıkarılmakla birlikte onlarda Amerika ,Rusya, Zaire , Zambiya, Şili ve Kanada’da işletilir. Sülfürik cevherlerin ise başlıca isimleri şunlardır: Enargit, Bornit, Pirit ve Tedraedrit
Bakırın incelenmesi gereken bir başka yönü ise sahip olduğu bileşikleridir. Şimdi onları kolay anşaşılabilmesi açısından kısa başlıklar halinde inceleyelim ;
A-) Bakır I Oksit (Cu2O) : Kuprit olarak bilinir. Sahip olduğu kırmızı renkten dolayı cam gibi maddeleri renklendirmek için kullanılır.
B-) Bakır II Oksit (CuO) :Siyah renkli olmasına rağmen bakır II Hidroksit amonyakta çözünmek suretiyle camlara yeşil rengi vermek için kullanılır.
C-) Bakır I Klorür (CuCl) : Hidroklorik asitte çözünerek Karbonmonoksidi soğurabilir ve kristal yapılı beyaz renge sahip bir toz görünümündedir.
D-) Bakır II Klorür (CuCl2) :Susuz Kalsiyum Sülfat yapısında kayaç görünümünde sarı renkli halde bulunur. Çözünen iyonlarının su ile çevrilmesi neticesinde de yeşil iğne şeklinde kristalleşmeye uğrar.
E-) Bakır Sülfat (CuSO4) : Önemi en yüksek olan Bakır tuzudur. Eskimiş bakırlar kavrularak sülfürik asitte çözülür bu işlemden sonra madde mavi bir kristalimsi şekil kazanır. Eğer istenilirse elde edilen maddeye su kaybı yaşatılıp veya yeniden su kazandırmak suretiyle cismin mavi rengi kazandırılıp kaybettirilebilinir. Rengin değişkenliğinden dolayı çoğu zaman koyu renkli boyaların temel maddesini teşkil eder. Özelliklede siyah ve mor renkte. Diğer bir kullanım alanıda antiseptik özelliği sebebiyle bazı deri hastalıklarının tedavisinde kullanılıyor olmasıdır.
Şimdi Bakır metalinin hem maddesel hemde küçük elementler halinde geniş kullanın alanlarını inceleyelim.
1-) Arı Bakır sanayi alanında ve günlük hayatta dahi çok iyi bir iletken madde olarak kullanılır. Anahtarlar , kontaktörler, motorlar, iletken teller ve kablolar örnek olarak gösterilebilir.
2-) Bazı maddelerin ( gümüş , kadmiyum, tellür, krom , kükürt) karışımıyla dayanıklılığı, sertliği ve eskimesinin yavaşlaması için elektrik sanayinde bakır tel yapımında kullanılır.
3-)Boru ve çatı malzemelerinin yapımında dayanıklılığı arttırmak ve pas oluşumunu engellemek.
4-) Isıyı iyi ilettiği için kazan ve değiştiricilerde.
5-) Ulaşım sanayiinde.
6-) Kimya laboratuarlarında bileşik, tuz, cevher, metalürji olarak
7-) İnşaat alanında beton kolon ve kirişlerin ayrıca yüzeylerin güçlendirilmesinde.
8-) Kuyumculukta kendi başına takı olarak ve kaplama yapımında bakıra gümüş leğimlenirken oluşturulan çözelti içerisinde kullanılır.
Dünya üzerinde yapılan araştırmalar neticesinde madde hem cevher hemde metal olarak en çok Birleşik devletler ve Şili’de üretilmektedir. Avrupa ve japonyada’da arı şekilde bakır üretimi yapılmaktadır. Bu üretimi yapan ülkelerin geneli ortak şirketler olmakla birlikte bazı ülkelerde kurulan üretim tesisleri ülkelerin kendi ulusal kaynakları yardımıyla kurmuş oldukları tesislerdir. Ülkemiz dünya bakır üretiminde büyük bir yer almakta ve bu alandaki pastadan büyük bir pay almaktadır. Türkiye’nin aldığı pay nerdeyse % 50 ‘ye yakındır. Günümüzde bu oran dahada artmakta ve halen yükselmekte olan bir grafik sergilemektedir. Ülkemizde cevherin çıkarıldığı başlıca bölgeler ise Ergani, Küre (Aşıköy ve Bakibaba) ve Kutlular ocaklarıdır.
Yazıyı okuduktan sonra konuyla ilgili dünyanın en büyük bakır madeni olan 800 metre derinliğindeki Chuquicamata ile ilgili videoyu izlemeyi unutmayın.

Un Patlaması Nedir?

Hayatımızın vazgeçilmezi un hayatınıza mal olabilir. Size unun zararlarından falan bahsetmeyeceğim. Unun patlayabildiğinden söz edeceğim. Bu durum ilk olarak 1785′ te bir ekmek fırınında gerçekleşti. Bir lamba un tozlarını tutuşturdu. Başlarda ufak çaplı bu patlamanın sebebi anlaşılamadı. Ancak 1981′ de ABD’ de gerçekleşen büyük patlama bu olayı gündeme taşıdı. Bu olayda 9 kişi hayatını kaybetti ve çok sayıda yaralanan oldu. Bu olaydan kısa bir süre sonra tahıl depolarına belirli standartlar şart koşuldu. Bugünde de bu depolarda alınan önlemlerin sebebi de budur.
Un bir karbonhidrattır. Eğer havadaki karbonhidrat miktarı metreküpte 50 gr.’ ı bulursa ufak bir kıvılcım bile bu karbonhidratı tutuşturmaya yeter. Un tozu ise çok küçük olduğundan ve havaya çabuk yayılabildiğinden çok hızlı bir şekilde yanar. Un miktarı da ortamda fazlaysa seri patlamalar yaşanır. Zaten un tozunun yanması patlayarak olur. Tehlike arz eden durum havaya karışan un tozlarıdır. Yoksa yerde bulunan unun bir tehlikesi yoktur. Çünkü yanmanın gerçekleşmesi için gereken şartlardan biri de maddenin havayla temasıdır. Aynı durum şeker, çok ince talaşlar vb.’ de de söz konusudur. Depolarda gerçekleşebilecek bu patlamalar basıncın etkisiyle trajik bir büyüklüğe ulaşabilir. Yani açık havada gerçekleşen bu tür patlamaların etkisi çok az olur. Basıncın etkisiyle bu depolar tehlikeli bir hal alır ve önlemler bu yüzden getirilmiştir. Evlerde kullanılan unların bir tehlikesi yoktur. Çünkü metreküpte 50 gr. un tozunun bulunması için çok büyük miktarlarda un gerekir. Bu da ancak depolarda bulunabilir.

Sudaki İstisna Buzul Çağını Engelliyor

Su, bilim dünyasında bir istisna olmaya devam ediyor. Katısı, sıvısı üzerinde yüzebilen madde olan suyun ilginç bir özelliği var. O da suyun buza dönüşmesi halinde hacminin artması. Normalde maddeler, ısı aldığında genleşir. Soğutulduğunda hacmi azalır. Su ise bir istisna yaratır. Normalde buza dönüştüğünde hacminin azalması gerekir. Oysa su bunun tersini yapıp % 9 oranında hacmini arttırır. Suyun formülünde 2 hidrojen ve 1 oksijen bulunur. Yani oksijen atomu, buzda delikli bir yapı oluşmasını sağlar. Bu nedenle hacmi daha da genişler.
Bu muazzam özellik canlıların yaşaması için de çok önemlidir. Çünkü bu özellik sayesinde buz, suyun üzerinde yüzebiliyor. Eğer bunun aksi olsaydı, yani suyun hacmi donduğunda küçülseydi, buz su üzerinde kalamaz ve dibe batardı. Bu yüzden de her buz suyun dibinde kalacak ve güneş ışınlarını göremeyecekti. Dolayısıyla su dibinde sürekli biriken buz erimeyecek ve yeryüzünün buzlarla kaplanmasına sebep olacaktı. Bunun sonucunda da canlı yaşamını tehdit edecek buzul çağı başlamış olacaktı.
Buzdaki yoğunluğu engelleyen bu durum, dünya üzerinde ani ısı değişimini de engeller. Gece-gündüz sıcaklık farklarının çok fazla olmasına da engel olur. Yani bu muazzam dengenin sağlanmasında en önemli faktördür. Aslında suyun atom yapısının yanı sıra bu atomların buz içinde belirli bir açıyla birleşmeleri de bu olumsuz durumların yaşanmasını engelliyor. Tam 105 derecelik açı sağlanıyor ve buz bu şekilde oluşuyor. Bu açının önemi diğer maddelerdeki birleşmelerle mukayese edildiğinde daha açık ortaya konuyor. Hidrojen sülfür donma esnasında atomları farklı bir açıyla birleşir ve bir istisna oluşturmaz. Buzda ise 105 derecelik açı Dünya’ da yaşanmış olan Buz Devri’ ne de açıklık getiriyor. Buz Devri’ nde bu açının farklı olduğu tahmin ediliyor. Daha sonra bu açıda meydana gelen değişiklik sayesinde bu çağdan çıkıldığı varsayılıyor

Dünya’nın En Büyük Kristalleri

Dünya üzerindeki en büyük kristalleri barındıran yer bir mağara. Üstelik bir çölün altında. Meksika’ da bulunan bu mağara Chihuahua Çölü’ nün altında bulunuyor. İçi kristallerle dolu. Hatta Dünya’ nın en büyük kristalleri 10 metre uzunluğuna ulaşan kristaller bu mağarada yer alıyor. Bu kristaller çok keskin. Çöl sıcaklığı zaman zaman 60 dereceyi buluyor. Bu sıcaklıkta kristallerin nasıl oluştuğu konusu da ilginç.
Binlerce yıl önce oluşan kristallerin bulunduğu ortam 45 derecelik sıcaklığa sahip. Kristal Mağarası 2000 yılında bir sondaj çalışması esnasında bulundu. Mağaranın hemen hemen her yeri kristallerle kaplı. Keskin kristallerden korunmak için bu mağaraya girenler öncelikle özel kıyafetleri giyip öyle mağaraya giriyor. Nem oranı da neredeyse %100. Bu yüzden insan yaşamı için çok tehlikeli bir mağara. Üstelik tahminlere göre mağaranın yaklaşık 1 mil altında magma bulunuyor. İşte bu magma yüz binlerce yıl önce soğumaya başladığından dolayı buradaki mineraller şekil değiştirmeye başladı. Dolayısıyla da bu devasa kristalleri oluşturdu.

26 Eylül 2012 Çarşamba

BİNYAZAR, ADNAN


ADNAN BİNYAZAR(1934 Diyarbakır - ) Türk yazar ve eleştirmen. Dicle Köy Enstitüsünü ve Ankara Gazi Eğitim Enstitüsünü bitirdi. İlköğretmen okullarında öğretmen olarak çalıştı. Hacettepe Üniversitesinde Temel Bilimler Yüksek Okulu Türkçe Bölümünde öğretim üyeliği yaptı. Türk Tarih Kurumunda da görev aldı. Türk Dil Kurumu yayın kolu başkanlığına seçildi.
Varlık, Türk Dili, Papirüs ve Yeni Edebiyat’ta eleştiri, inceleme ve kitap tanıtma yazılarıyla öyküleri yayımlandı.
Masalını Yitiren Dev adlı anı-romanında, ancak on dört yaşında ilkokula başlayan Adnan Binyazar, yoksulluk içinde geçen çocukluk dönemini anlatıyor. Zorluklarla geçen çocukluk yıllarını; abartıya kaçmadan, tüm içtenliğiyle, çekinmeden, korkusuzca paylaşıyor okuyucuyla. Kendisi küçükken ayrılan annesi ve babası arasında kalan paramparça çocukluğu, İstanbul’da kimsesiz sokaklarda kalışı, pazarlarda hamallık, fabrikalarda işçilik yaptığı dönemi, öldüresiye döven ustasının yaşattığı acılar, Binyazar’ın köy enstitüsüne adım atmasıyla son bulur. Binyazar, Ağın-Diyarbakır-Elâzığ-İstanbul ekseninde geçen çocukluk yıllarını kaleme alırken o yılların Türkiyesi’ne ve yaşam biçimlerine de ayna tutar aynı zamanda.
Binyazar, toplumcu düşünce ilkesiyle yazdığı deneme ve öznel eleştirilerini Toplum ve Edebiyat (1972), Kültür ve Eğitim Sorunları (1976), Ağıt Toplumu, Ozanlar Yazarlar Kitaplar adlı kitaplarında topladı.
Binyazar’ın öteki kitapları Yazmak Sanatı (1969, Emin Özdemir’le birlikte), Dede Korkut, Âşık Veysel, Yazın ve Bilim Dilimiz (1978), (Metin Öztekin’le birlikte), Yazılı Anlatım Bilgileri (Emin Özdemir’le birlikte), Kan Turalı, Türk Dilinde 25 Ünlü Eser (1982), Dedem Korkut/Vier attürkische Nomadensagan (Türkçe-Almanca), Yaralı Mahmut, 15 Türk Masalı, Öğretmen Kılavuzu, Halk Anlatıları’dır.

BİLMECE


Bir nesnenin adını anmadan, niteliklerini üstü kapalı söyleyerek o nesnenin ne olduğunu bilmesini dinleyiciden isteyen çoğu uyaklı küçük söz dizisi. Ortak halk edebiyatı ürünlerindendir.
Sarı öküzüm yatar kalkmaz,
Gök öküzüm gider gelmez.
Cevap:
Ateş - Duman

BİLİNÇALTI

Bilinç dışı olmakla birlikte, istendiği zaman kapsamındakilerin bilince çağrılabildiği zihin bölgesi, şuuraltı.

BİLİM KURGU


JULES VERNEBilim ve teknik alanında yeni buluşları ya da varsayımları kullanarak, bunları kurgusal yollarla geliştiren ve durum üzerine bir öykü kuran bir edebiyat türü.
Söz konusu bilim ve teknik alandaki gelişmeler yeryüzünde daha ortaya çıkmamış olabilir. Bilim kurgu, çağdaş birtakım gerçeklerden yola çıkarak, bunları geleceğe ya da varsayımsal başka dünyalara, düş gücü yardımıyla uyarlar. Bu nedenle tam olarak bilimsel gerçeklerden ya da günümüz gerçeklerinden uzaklaşamaz.
Bilim kurgu yazarları, öykülerini, bugünün çağdaş bilim ve teknik gelişmelerini ya da bunların kısa sürede gerçekleştirecekleri sanılan etkilerini dikkate alır ya da gelecekte var olacağını öne sürdüğü bir bilimsel gelişmeye dayandırır. Bu, bilimsel gelişme ya da teknik buluş uydurma olabileceği gibi, çağımızdaki bir varsayımın uzantısı da olabilir.
Bilim kurgu türünde yapıt vermiş en önemli yazar Jules Verne (Jul Vern)’dir. Jules Verne’nin Ay’a Yolculuk, Dünya’nın Merkezine Yolculuk, Denizler Altında Yirmi Bin Fersah adlı kitapları, türün edebiyat alanındaki ilk ve en iyi örneklerindendir. Jonathan Swift (Conıtın Sivift)’in Güliver’in Gezileri ve H. G. Wells’in Zaman Makinesi de türün önemli yapıtları arasındadır.

BİLGİ


DİNSEL BİLGİ 1DİNSEL BİLGİ 2SANAT BİLGİSİVarlıkla çevresi arasındaki ilişkiye verilen ad. Algı ve düşünmeye dayanan bilgi, nesne (obje) ile insan (subje) arasındaki bağ olarak da tanımlanabilir. Nesne-insan arasındaki her şey bilgidir. Ancak, bilgi elde edildiği yöntemler açısından değişik bölümlere ayrılır. Bu yüzden farklı bilgi türleri vardır.
Bunlar;
1. Gündelik Bilgi
2. Dinsel Bilgi
3. Sanat Bilgisi
4. Teknik Bilgi
5. Bilimsel Bilgi’dir.
1. Gündelik Bilgi: İnsanların yalnızca duyu organları yoluyla edindikleri bilgi türüdür. Algılanarak elde edilen bilgilerin çoğu gündelik bilgidir. Bu yüzden gündelik bilgiye ampirik bilgi de denilmektedir. Gündelik bilgi, sezgiye ve rastlantılara dayanır. Bu yüzden bilimsel bir kesinlik taşımaz, ancak günlük yaşantımızı sürdürmemize yardımcı olur. Örneğin; hava bulutlandığı zaman yağmur yağacağı; limonun nezlenin tedavisine iyi geldiği, kavak ağaçlarının yapraklarını erken döktüğü zaman kış mevsiminin sert geçeceği gibi bilgiler gündelik bilgilerdir.
2. Dinsel Bilgi: Kutsal bir varlığa inanmak gereksinimden doğan, inanca dayalı bir bilgi türüdür.
Dinsel bilgiler, insan ve toplum yaşamını düzenleyen emir ve kurallardan oluşur.
Dinsel bilgide doğruların araştırılması ya da eleştiri yoktur. Amaç, yalnızca inanmak ve ibadet etmektir. Çünkü dinsel bilgiler dogma adı verilen tartışmasız doğrulardır.
3. Sanat Bilgisi: Yaratıcı düşünceye dayanır. Sanat, nesnelerin sanatçı adı verilen özel yeteneklere sahip kişiler tarafından yorumlanması çabasıdır. Bu nedenle, öznel bir bilgi türüdür ve kişiye göre değişir. Sanatçı, bu bilgiyi yarattığı sanat eseri üzerinde yalnızca bir kez kullanır. Sanat bilgisinin tekrarlanması sanatın doğasına aykırıdır. Tekrarlanan sanat yapıtına “taklit” adı verilir.
4. Teknik Bilgi: Bilimsel düşünceye dayanır. Rönesans Döneminden sonra önem kazanmıştır. Teknik bilgi, doğadaki nesnelerin gündelik yaşamda kullanılabilecek araç ve gereçlere dönüştürülmesi sürecidir. Pratik amaçlara yönelik, beceri gerektiren bir bilgidir. Bilimsel bilgiyle aynı özelliklere sahiptir.
5. Bilimsel Bilgi: Bilim; belli bir konuyu bilme isteğinden yola çıkan, belli bir amaca yönelik bilgi edinme ve yöntemli araştırma sürecidir. Bilimsel bilginin özellikleri şunlardır:
a.Gözlenebilir olgulara ve deneye dayanır.
b.Mantıksal, objektif (yansız) ve eleştiricidir.
c.Kesin, evrensel ve genelleyicidir.
d.Neden-sonuç ilişkisine dayanır.
e.Kesintisiz olarak ilerler.
f.İnsanın yararına yöneliktir.
g.Tüm insanlığın ortak malıdır.

BİLGE KAĞAN


BİLGE KAĞAN(683-734) Ünlü Göktürk kağanı. Türk dilinin en eski örneklerinden biriyle hazırlanmış Orhun Yazıtları’nı diktirmiş ve yaklaşık 25 yıl Moğolistan’ı yönetmiştir.
Babası İlteriş Kutlug Kağan’dır. 8 yaşında babasını yitiren Bilge Kağan, amcası Kapağan Kağan tarafından büyütüldü. Bilge Kağan, amcası öldüğünde yerine geçen oğlu İnal’ı devirerek, 32 yaşında Göktürk Devleti’nin başına geçti. Devletin yönetimini ele alan Bilge Kağan, iyi bir devlet idaresi ve ordu oluşturdu. Bu ordunun başına kardeşi Kül Tegin’i, vezirliğe de Tonyukuk’u getirdi.
Bilge Kağan döneminde Göktürk Devleti’nin sınırları Çin’in Şan-Tung Ovası’ndan, İç Asya’da Karaşar bölgesine, kuzeyde Bayırku sahasından Ani Irmağı havalisi ve Batı Demir Kapı’ya (Ceyhun Irmağı’nın yakınında Semerkant-Belh yolu üzerinde) kadar ulaştı. Önce veziri Tonyukuk’u, sonra kardeşi Kül Tegin’i kaybeden Bilge Kağan’ı, Çinlilerle iş birliği yapan nazırı Buyruk-Cor tarafından zehirledi ve 734′de öldü.

BİLBAŞAR, KEMAL


(1910 Çanakkale - 1983 İstanbul) Türk roman ve öykü yazarı. Edirne Öğretmen Okulunu bitirip bir süre ilkokul öğretmenliği yaptı. Sonra, Gazi Eğitim Enstitüsü Tarih Bölümünü bitirdi. Tarih öğretmenliğinden 1961′de ayrıldı. İlk öyküsü Kaza yahut Cumacı Hasan, 1939′da Aramak adlı dergide çıktı. Yurt ve Dünya, Yürüyüş ve Yeditepe dergilerinde öyküler yazdı.
Eserlerinde, Batı Anadolu kasabalarındaki yaşamları ele aldı. 1953′ten sonra toplumsal gerçekçilik anlayışına uygun yazdı. Son yapıtlarında halk öykülerinden ve destanlarından da esinlendi.
Başlıca yapıtları şunlardır:
Romanları; Yeşil Gölge, Pembe Kurt, Ay Tutulduğu Gece, Başka Olur Ağaların Düğünü, Cemo, Memo, Zühre Ninem, Bedoş; öyküleri; Anadolu’dan Hikâyeler, Cevizli Bahçe.

BİÇİMCİLİK

Özü, içeriği yeterince önemsemeden, yalnız biçim üzerinde duran, biçime ağırlık veren görüş. Formalizm adıyla da anılır. Biçimcilik tüm sorunları formüllere indirger. Olayları ve olguları maddesel özelliklerle değil, soyut açıklamalarla anlamaya çalışır. Sanatta biçimcilik, sanat için sanat anlayışından yola çıkar. Snatın neyi anlattığı değil nasıl, ne şekilde anlattığıdır önemli olan. Bu durumda sanat yapıtının en önemli özelliği, onu sanat yapan yapısal ve biçimsel özellikleridir. Bir başka değişle, anlattığı şeyle değil, anlatış şekliyle sanatsaldır.

BİÇEM


Arapça kökenli “üslûp” sözcüğünün yerine kullanılan sözcük. Yazınsal anlamı, sanatçının görüş, duyuş, anlayış ve anlatışındaki özelliktir. Aynı zamanda bir türün, çağın kendine özgü anlatış biçimine de biçem denmektedir. Biçemde genelden ayrılık ve kendine özgülük vardır. Sanatçının biçemini; ele aldığı konu, olaylara ve insanlara bakış açısı, yaşadığı dönem, özel becerileri ve daha birçok özelliği oluşturur. Yapıttaki tümce kuruluşu, sözcük seçimi, kullanılan deyimler ve terimler, yapılan söz sanatları, anlatımdaki yalınlık ve benzeri nitelikler biçeme şekil verir. Sözcüğün eş ve yakın anlamlıları “üslûp”, “tarz”, “stil”dir.
Biçem sözcüğünün “biçim” yerine kullanılması anlam karışıklıklarına neden olur. Bu nedenle “biçim” ile “biçem” arasındaki anlam ayrılığı gözden kaçırılmamalıdır.
Düşlenmiş, tasarlanmış konular bir yana, yaşanmış, somut, herkesin tanığı olduğu bir olay ya da durum değişik biçemlerde yazılabilir. Ferit Edgü “Yazmak Eylemi” adlı yapıtında herkesin tanık olduğu bir olayı, İstanbul’da kimi kişilerin esnafı kepenk kapatmaya zorlaması yüzünden, dükkânların açılamayışını konu olarak seçmiş. Üslûplu 101 metin deneyen Ferit Edgü, böylece bir yazının birden çok yazım olanağının bulunduğunu okuyucuya göstermek istemiştir. Aynı konunun değişik üslûplarla anlatılabileceğini göstermek için bu kitaptan iki denemeyi alıntılayalım. İlk alıntı, öznel; ikinci alıntı nesnel bir üslûpla yazılmıştır.
“Anlıyorum. Dükkânları açtırmayanları da dükkânları açmayanları da. Garip günlerde yaşıyoruz. Anlıyorum.
Adım gibi biliyorum ki, bu eylem, karanlık günlerin ne ilk ne de son eylemi. Ama anlıyorum. Güçlerini göstermek istiyorlar. (…)
Anlıyorum. Dükkânlarını açmayan esnafı da anlıyorum. Korkuyorlar. Yarın bir bomba… hop… tüm dükkânlarla birlikte sen de uçmuşsun. Onları da onların korkularını da anlıyorum.”
“Bugün dükkânların hemen hemen tümü kapalıydı. Bir terör grubunun eylemi sonucu olduğu söyleniyor. Dün söz konusu örgütün militanları, dükkânlara tek tek uğrayıp (bugün) dükkânlarınızı açmayacaksınız,demişler. Tehdit etmişler.
Kapalı olan dükkânların sayısına bakılırsa bu buyruğa büyük çapta uyulduğu anlaşılıyor. Bu eylemin amacı, şu ana değin açıklanmamışsa da bir güç belirtisi olarak değerlendirilebilir.”
Bu iki parçanın konu ortaklığına karşılık, söyleyişteki farklılığı “biçem”i verir bize.

BHUTAN


BHUTAN BAYRAĞIBHUTAN FİZİKÎ HARİTASIBHUTAN SİYASÎ HARİTASIBHUTANResmî adı Bhutan Krallığı’dır. Başkenti Thimbu olan ülkenin, nüfusu 1 996 221 kişi (2000), yüz ölçümü de 47 000 km2 dir. Monarşiyle yönetilen ülkenin para birimi Ngultrum’dur. Ülkenin %70′i Budist, %25′i Hindu ve %5′i Müslümandır; resmî dili Tibetçe’dir. Bhutan Himalayaların doğusunda yer alır. En yakın komşuları, batıda ve güneyde Hindistan, kuzeyde Çin’dir. Ülkenin kişi başına düşen ulusal geliri 1060$’dır (1999). Ortalama insan ömrü 51 yıldır.
Bhutan’ın en büyük kenti başkent olan Thimbu’dir. En yüksek dağı Kula Kangri Dağı’dır (7620 m). Kuzeyde yüksek dağlar, orta kesimde verimli vadiler, güneyde düzlüklerle kaplıdır. İklim çeşitlilik gösterir. Güneydeki düzlüklerde tropikal iklim egemendir. Orta bölgede kışlar serin, yazlar sıcak, Himalayalarda kışlar şiddetli ve yazlar serin geçer. Çok yağış alan bölgelerde sık ormanlar görülür. Yüksek bölgelerde Alp tipi bitki örtüsüne rastlanır.
Kereste, su, alçı taşı doğal kaynaklarındandır. Pirinç, mısır, buğday tarım ürünleridir. Ülkenin endüstrisi el sanatları alanında gelişmiştir. Ülkenin başlıca kentleri Thimbu, Phuntsholing, Paro ve Tongsa’dır.

BEZİRCİ, ASIM


ASIM BEZİRCİ(1927 Erzincan - 1993 Sivas) Türk yazarı ve eleştirmeni. Orta öğrenimini Erzurum’da yaptı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirdi. Yazarlık hayatına Gerçek gazetesinde başladı. Fıkra ve araştırma yazıları yazdı. Çeviriler yaptı. Demokrat Parti döneminde tutuklanarak aylarca hapiste tutuldu. Hakkında açılan davaların tümünden beraat etti.
Takma adlar kullanarak eski ve yeni Türk edebiyatının temel sorunlarını irdeleyen yazılar yayımladı. Yazılarında nesnel eleştiri yöntemleri uyguladı. 1968′de, yaşayan eleştirmenlerin en beğenileni seçildi.
1993′te Sivas’taki gerici ayaklanmada Madımak Oteli yangınında yakılarak öldürüldü.
Başlıca yapıtları şunlardır:
Araştırma yazıları; Sabahattin Ali (1992), Güle Dil Verenler (1993), Dost Türk-Yunan Şairlerinin Diliyle Barış (1992), Halkımızın Diliyle Barış Şiirleri (1996).

BEZEME


Bir nesnenin ya da canlının yapısını ve işlevini değiştirmeden yüzeysel olarak yapılan süsleme sanatı. Tarihin en eski zamanlarından beri, insanlar, yaşadıkları yerleri, kullandıkları eşyaları ve kendi bedenlerini çeşitli yöntemlerle süslemişlerdir. Yakın zamana kadar yüzeysel bir uygulama olarak görülen bezeme, günümüzde insan-çevre ilişkisinin önem kazanmasıyla birlikte mekânsal yeni anlamlar kazanmıştır.
Bezeme sanatının temel ögesi örgelerdir. Örgeler tek başlarına ya da bir kompozisyon içinde kullanılır. Örgeler soyut ya da somut olabilirler. Somut örgeler, insan, hayvan, bitki ya da cansız maddelerden esinlenir. Soyut ögelerse çoğunlukla geometrik şekillerden oluşur. Özellikle İslâm sanatında soyut örgelerden oluşan bezemeler sıkça kullanılmaktadır.
Bezeme sanatının ilk örnekleri, düz ve eğri çizgiler, sarmallar ve noktalarla bezenmiş, seramik kaplarda görülür. Daha sonra çeşitli hayvan biçimleri, bitkiler ve gökyüzünde görülen cisimler bezemelerin esin kaynağı olmuştur. Daha sonra sanattaki gelişmeler paralel olarak, bezeme sanatı da gelişmiş ve sanat akımlarının etkisiyle birçok bezeme akımı ve tekniği geliştirilmiştir.

BEYSBOL


BEYSBOLDokuzar kişilik iki takım arasında bir top ve sopayla oynanan bir çeşit oyun. Amerika Birleşik Devletleri’nde yaygın olarak oynanan beysbol 1865 yılında ortaya çıkmıştır. Beysbol çok daha eski bir oyun olan kriket oyunundan türetilmiştir.
Oyun alanında, oyuncunun topa sopayla vurduktan sonra koşarak ulaşmak zorunda olduğu noktalar bulunmaktadır. Oyunda yalnız bir takımın oyuncuları sahaya yerleşir. Karşı takımdan bir oyuncu sopasıyla sahaya gelir. kendisine doğru hızla atılan topu sopayla karşılayan oyuncu, oyun alanındaki noktalara koşarak ulaşmaya çalışır. Bu sırada karşı takım oyuncuları mümkün olduğunca çabuk topu tutmaya çalışırlar. Topa vuran oyuncu belirlenen noktalara karşı takım topu yakalayamadan ulaşırsa, kendi takımına sayı kazandırır.

BEYLERBEYİ

Osmanlı Devleti’nde sancak beylerinin de başında bulunan yönetici kişi. Osmanlı Devlet’nin ilk yükselme döneminde başlıca iki beylerbeyi vardı. Bunlardan Anadolu’daki toprakları yönetene Anadolu Beylerbeyi; Avrupa’daki toprakları yönetene Rumeli Beylerbeyi adı verilirdi. Zamanla toprakların genişlemesiyle beylerbeyi sayısı arttı ve yönetim biçimi daha parçalı bir hâle geldi.

BEYİT

Anlam ve vezin bakımından birbirine bağlı ya da birbirini bütünleyen iki dizeden oluşmuş şiir parçası. Kavramın asıl anlamı ‘ev, hane, yuva’dır. Divan Edebiyatı’nda beyit nazım birimi olarak kullanılır. Buna göre, beyitler arasında vezin ve kafiye birliği olması gereklidir. Her beyit tıpkı aruz vezninde olduğu gibi parçalara ayrılabilir ve taşıdığı özelliğe göre adlandırılır. Şiirin ilk beytine, matla; ikincisine hüsni matla; son beytine makta; sondan bir önceki beyte de hüsni makta adı verilir. Şiirde şairin isminin geçtiği beyte mahlas beyti; mısraları kafiyeli olan beyitlere musara, şiirin en güzel beytine de beyt’ül gazel ya da beyt’ül kasid adı verilir.

BEYİNCİK


BEYİNCİKMerkezî sinir sisteminin bir üyesi. Beyincik, küçük beyin olarak da adlandırılabilir. Kafatasının arkasında ve alt tarafında bulunan beyincik, karışık kas hareketlerinin düzenlenmesinden, dengenin sağlanmasından ve beden pozisyonunun alınmasından sorumlu beyin merkezidir. Gözden, kulaktan, kulak içi yarım daire kanallarından uyarılar alan beyincik, buna göre beden pozisyonumuzu saptar. Yüzeyi kıvrımlarla artırılmıştır.
Büyük beyin isteğe bağlı olarak herhangi bir kas hareketi emri verdiği zaman, beyincik bu hareketin doğru olarak yapılmasını sağlar. Örneğin, bir merdivenden inerken büyük beyin sürekli olarak ayaklara ve ellere emirler vermez. Yalnızca inme eyleminin emrini verir. Beyincik de ayak, bacak, kol, vb. kasların ne kadar ve ne şiddetle kasılması gerektiğini ayarlar ve uygular. Oransal olarak, en büyük beyincik yunus, balina ve kuşlarda bulunmaktadır.

BEYİN HASTALIKLARI


Sinir sisteminin en önemli bölümü olan beyin en dışarıda kalın bir kabuk olan kafatasıyla çevrelenmiştir. Kafatası kemiklerinin altında bulunan beyin sıvısının içinde yüzen beyin, kalpten çıkan kanın önemli bir kısmını almaktadır. Normal fonksiyonlarını sürdürebilmesi için alması gereken bu kan, yüksek basınç (tansiyon) ya da kafayı bir yere çarpma sonucu damarların dışına çıkabilir. Beyin kanaması olarak adlandırılan bu durum oldukça tehlikelidir. Beyin kanaması geçiren bir kişinin mutlaka hastahaneye götürülmesi gereklidir.
Kafatasının kalın kemikleriyle dışarıdan gelebilecek darbelere karşı korunan beyin, bağışıklık sistemiyle de korunur. Bu sistemde beyin dokusu içerisine serumda bulunan her maddenin geçmesi engellenmiştir. Yalnızca besin maddeleri, oksijen ve sınırlı sayıda kimyasal madde geçebilir. Ancak bazı bakteriler sinir dokusu ve dolayısıyla da beyin dokusu içerisine geçerlerse burada üreyip çoğalabilirler. Bu hastalık durumuna menenjit adı verilir. Oldukça tehlikeli olan menenjit hastalığında tedavi için hastaya antibiyotik verilse bile, ilâç beyin dokusuna geçemediği için bakterilere etki edemez. Kuduz hastalığında ise, hastalığı ortaya çıkaran virüs, beyin içerisine yerleşerek düzgün çalışmasına engel olur.
Sara (epilepsi), nedeni tam olarak bilinmeyen bir beyin hastalığıdır. Doğuştan olabildiği gibi, sonradan da ortaya çıkabilir. Hastalığın bakteri ya da virüslerle bir ilgisinin olduğu düşünülmemektedir. Sara krizi geçiren bir kişi, kendini kaybederek yere düşer. Kriz sırasında beyin yarım küreleri arasında düzensiz elektrik boşalımları belirlenmiştir. Kriz geçirdiği anlaşılan bir kişinin yere düşmesi sırasında başı tutulmalı ve yere çarpması engellenmelidir.
Alzheimer hastalığı da, yetişkinlik döneminin ortalarıyla sonları arasında gelişen bellek ve işlev kaybına yol açan beyin bozukluğudur. Hastalıkta beynin kabuk bölümündeki (korteks) sinir hücreleri ve sinirler arasındaki bağıntılar yıkıma uğrar ve beyin kütlesinde önemli ölçüde azalma olur.

BEYİN


BEYİNBütün beden işlevlerini kontrol eden organ. İlkelden gelişmişe doğru değişik düzeylerde farklılaşma gösterir. İnsanlarda beynin en büyük kısmı beyin yarım küreleridir. Beyin yarım küreleri yaklaşık 10-12 milyar nöron içerir (tüm bedendeki nöronların ¾’ü kadar).
Beyin, dıştan bakıldığında boyuna bir yarıkla iki yarım küreye bölünmüştür. Yüzeyinde birçok girinti ve çıkıntı vardır. Böylece beynin dış yüzeyi hacmine göre oldukça büyümüştür. Beynin vücuda oranı insanda en büyük değerine ulaşır. Ancak boyutundan çok, üzerindeki kıvrımların çokluğu beynin gelişmişliğini gösterir. Bir insan beyni ortalama 1200 gdır. Aslanda 200-500 g, balinada 2000-2800 g, filde 5000 gdır. Şimdiye kadar rastlanmış en küçük (369 g) ve en büyük beyinli (2850 g) insanlarda zekâ geriliği saptanmıştır. Dâhi olmak için çok büyük bir beyne sahip olmak gerekmez. Ama çok küçük beyinlilerde de zekâ geriliği görülmektedir.
Beynin üzeri beyin zarıyla sarılmıştır. Bunun üzerinde beyin sıvısı denen bir sıvı bulunmaktadır. Üzeri kafatası kemikleriyle çevrelenmiştir. İnsan beyni oksijensizliğe en fazla 20 sn dayanır. Daha sonra sinir hücreleri ölmeye başlar. Suda yaşayan memelilerde beyinin etrafında oksijen depolayan özel dokular bulunur.
Beyin bölümlerden oluşmuştur. His, duygu, düşünce ve yaratıcı zekânın bulunduğu bölüm beyin kabuğu (korteks cerebri) olarak adlandırılır. Burası lob adı verilen bölümlere ayrılmıştır. Duyuları hissetme, görme, işitme, konuşma ve koklama gibi merkezler burada yer aldığı gibi, istek içi yapılan tüm hareketsel işlevlerin de merkezi burasıdır.
İLGİLİ KONULAR
Merkezî Sinir Sistemi, Beyin Hastalıkları

BEYDAĞLARI (OLİMPOS) SAHİL MİLLÎ PARKI


BEYDAĞLARI SAHİL MİLLÎ PARKI1972 yılında millî park olarak koruma altına alınan Beydağları Sahil Millî Parkı, Antalya ili sınırları içinde 34 425 hektarlık bir alana yayılmıştır. Beydağları Sahil Millî Parkı, jeolojik önemi ve arkeolojik değeri dolayısıyla millî park ilân edilmiştir.
Beydağları’nda, kar ve buzul aşındırmasıyla oluşmuş yer şekilleri bulunur. Buzulların aşındırdığı çukurlara su dolmasıyla, küçüklü büyüklü birçok göl oluşmuştur. Genelde Akdeniz iklimi bitkileri yaygındır. Yükseklere çıkıldıkça kızılçam ve sedir ormanları bulunur. Beydağları, kamp ve piknik alanları açısından zengindir.

BEYDABA


M.Ö. 1. yüzyılda yaşadığı sanılan Azerbaycan asıllı, Hint yazarı. Yaşamı ve kimliği hakkındaki bilgiler kesinlik kazanmamıştır. Eldeki bilgilere göre Bakü’de doğup Hindistan’da yaşadığı ve büyük bir olasılıkla Türk olduğu sanılmaktadır.
Beydaba, kendini dünya çapında üne kavuşturan ve ününü günümüze kadar taşıyan ünlü yapıtı “Kelile ve Dimne”yi Hint prenslerine öğretici dersler vermek amacıyla kaleme aldı. Öyküler ve masallar hâlinde yazdığı kitabında zaman zaman insanlar, zaman zaman da hayvanlar arasında geçen olayları konu edindi.
Kelile ve Dimne, günümüzde bile geçerliğini koruyan bir başyapıt olma özelliğine sahiptir. Çeşitli dünya dillerine çevrilmiştir.
Başlıca yapıtları şunlardır:
Kelile ve Dimne, Nasihat-ı El Külliye.

BEYAZ PERDE


BEYAZ PERDEGöstericiden çıkan görüntülerin üzerinde yansıdığı, sinema filminin oynatıldığı yüzey. Gümüş perde olarak da adlandırılır.
İLGİLİ KONULAR
Sinema

BEYAZ DİŞ


JACK LONDONJack London (Cek Landın)’ın romanıdır. Roman, anası köpek babası kurt olan bir kurt köpeğinin serüvenlerini anlatmaktadır. Anlatımdaki ustalık ve gözlemlerdeki sağlamlıkla dikkat çeken bir romandır.
Beyaz Diş, henüz yavru bir köpekken mağarasından ilk dışarıya çıkışında bir serçeden bile ödü kopan, büyüdükçe deneyim ve güç kazanan bir kurt köpeğinin hikâyesidir. Bir gün yanmakta olan bir ateşe doğru yönelir. Orada onu fark eden bir grup Kızılderiliden birisi onu sahiplenir ve dişlerinin beyazlığından ötürü ona Beyaz Diş adını verir. Beyaz Diş önceleri çadırlar arasında yiyecek hırsızlığı yapar, küçük köpekleri döver, kendisini kabul etmek istemeyen diğer köpeklere karşı güç üstünlüğü sağlayarak sözünü geçirir. Ama sahibi onu birkaç şişe viski uğruna satar. Beyaz Diş defalarca kaçmayı dener, sonunda başarır. Ormana giderek özgür bir yaşam sürmeyi ister. Ama o insanlarla birlikte olmaya alışmıştır. Sonunda yine insanlar arasına döner. Yeni sahibi Güzel Smith (Simit), köpek gösterileriyle hayatını kazanan katı yürekli, acımasız biridir. Beyaz Diş’i diğer köpeklerle acımasızca dövüştürür. Bir keresinde bir buldokla dövüşen Beyaz Diş ölümün eşiğine gelir. Dövüşün acımasızlığına dayanamayan seyircilerden Weedon Scoot (Vidon Skat), onu kurtarır ve satın alır. Artık Beyaz Diş’in yaşamında yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönem yeni sahibine derin saygı ve sevgi duyduğu yepyeni bir dönemdir. Sezgileriyle, cesurluğuyla, kuvvetiyle ve zekâsıyla efendisinin hizmetindedir. Efendisiyle öyle bütünleşmiştir ki onun neyi yapıp neyi yapmamasını istediğini çok iyi kavramıştır. Efendisinin uzaklara gideceğini öğrendiğinde günlerce hastalanır. Efendisinin evinde kendisine bir eş bulur. Artık onun da çocukları olmuştur.

BEYATLI, YAHYA KEMAL


YAHYA KEMAL BEYATLI(1884 Üsküp - 1958 İstanbul) Türk şairi. İlköğrenimini Üsküp’te yaptı. Orta öğrenimini Üsküp’te ve İstanbul’da tamamladı. 1903 yılında Paris’e gitti. Türkiye’ye döndükten sonra, Türk Ocağı çevresine katıldı. Dil ve tarih konularında makaleler yayımladı. 1915 yılında İstanbul Üniversitesi öğretim kadrosuna atandı. Ankara’da Hâkimiyet-i Milliye gazetesine başyazar oldu. Milletvekili ve büyük elçi olarak görev yaptı.
Paris’te bulunduğu yıllarda Fransız ozanlarından etkilendi. Batı şiirinin bütünlük anlayışını klâsik divan şiirine uyguladı. İstanbul, Yahya Kemal’in ozanlık yaşamında ve iç dünyasında çok etkili oldu. Şiirde iç uyumu çok önemsedi. Ok adlı şiiri dışında bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle yazdı. Şiirinde dil kaygısı ağır bastı. Şiirde sağladığı başarıyla çağdaşı olan ozanları derinden etkiledi.
Şiirlerini, öykülerini ve makalelerini sağlığında kitap durumuna getirmedi. Ölümünden sonra “Yahya Kemal’i Sevenler Cemiyeti” kuruldu. Ayrıca İstanbul Fetih Cemiyetine bağlı olarak 1961 yılında “Yahya Kemal Enstitüsü ve Müzesi” açıldı. Enstitü, Yahya Kemal Külliyatı yayımlamaya başladı.
Başlıca yapıtları şunlardır:
Kendi Gök Kubbemiz, Eski Şiirin Rüzgârıyla, Rubaîler ve Hayyam Rubaîlerini Türkçe Söyleyiş, Aziz İstanbul, Eğil Dağlar, Siyasî Hikâyeler, Siyasî ve Edebî Portreler, Edebiyata Dair, Çocukluğum-Gençliğim ve Siyasî Hatıralarım, Bitmemiş Şiirler.

BETİMLEME


Varlıkları en belirgin özellikleriyle tam ve açık biçimde anlatma. Eski söyleniş biçimiyle “tasvir etme”. Betimleme yapılırken varlıklar, bir tablo gibi her yönüyle anlatılır. Betimlenen varlığın, öteki varlıklardan ayrı ve benzer yanları ele alınır.
Betimleme, yalın bir söyleyişle, sözcüklerle resim çizmektir. Görme, işitme, tatma, dokunma, koklama gibi duyu organlarımız aracılığıyla varlıkların belirleyici niteliklerini görünür kılmadır.
Varlıkların belirleyici özelliklerini belirtmek amacıyla yapılan betimlemelere “izlenimsel betimleme” denir. Bu tür betimlemelerde yazar, gözlem yoluyla ayrıntılara gider.
Kimi betimlemelerdeyse, varlıkların belirleyici özellikleri yerine genel özellikleri verilir. Yazar bunu yaparken kendi yorumunu katmaz, nesnel bir tavır takınır. Amacı da okura izlenim kazandırmak değil, bilgi vermektir. Bu tür betimlemeye de “açıklayıcı betimleme” denir.
Aşağıdaki alıntı izlenimsel betimlemeye örnektir.
“Yıllar Sabri’yi ne hâle sokmuş yarabbi! İhtiyarlamış, omuzları hafifçe kamburlaşmış. Arkasında cübbeye, hırkaya, mantoya benzer bir acayip palto. Havanın âdeta ılık olmasına rağmen boynu, başı atkılarla sarılı; kolunda ufak bir zembil. Fakat gözleri hâlâ o ağlamayı henüz kesmiş kanlı, dargın, çekik çocuk gözleri, burnu gene o hafifçe şiş ve dağınık burun… Yalnız altında kırlaşmış düşük bıyıklar…
Çocukken okuduğum bir romandan şöyle bir cümle hatırımda kalmıştır: “Bu bir yürüyüş değildi. Hâlsizliğine acıyan görünmez melekler sanki kollarına girmişler de onu …”
Hiçbir tasvir Sabri’nin yürüyüşünü bundan iyi anlatamazdı.
(Reşat Nuri Güntekin)

BESLENME ŞEKİLLERİNE GÖRE CANLILAR


BESLENME ŞEKİLLERİNE GÖRE CANLILARHer canlı büyümek, gelişmek, çoğalmak ve vücut işlevlerini devam ettirebilmek için besin almak zorundadır. Besin maddeleri canlı tarafından yapı taşlarına ve enerjiye dönüştürülür. Böylece canlı topluluklarının devamı sağlanmış olur. Doğadaki canlıların hepsi aynı besin üzerinden beslenmez.
Ekosistemin ve madde çevriminin devamlılığı için canlılar çeşitli beslenme tipleri geliştirmişlerdir. Büyük küçük tüm ekosistemlerde genel olarak canlılar üretici canlılar, tüketici canlılar ve ayrıştırıcılar olarak sınıflandırılırlar.

BESLENME


BESLENMECanlılar tarafından gerekli besinlerin alınarak hücrelerin kullanabileceği duruma getirilmesi süreci. Bazı hayvanlar bitkileri, bazı hayvanlar da başka hayvanları besin olarak kullanır. Bazı canlılarsa ölü organizmaları ve öteki organizma artıklarını parçalayarak beslenirler.
İnsanlar da, bütün canlılar gibi, yaşamak, gelişmek ve çoğalmak için beslenmek zorundadır. Bu işlevlerin yerine getirilebilmesi için gerekli maddelerden yeterince almak gerekir. Ancak bu sayede dengeli beslenmiş olunur. Dengeli beslenme, bedenin gereksinim duyduğu her maddeden yeterince almak anlamına gelir. Bu yüzden herhangi bir besinden fazla miktarda almak da uygun değildir.
Fazla besin bedende yağ biçiminde depolanır. Aşırı beslenme bazı hastalıklara da yol açabilir. Dengeli beslenemeyen bir insanda bedensel işlevler geriler. Böyle bir kişinin bağışıklık sistemi zayıflar.

BESİN ZİNCİRİ


BESİN ZİNCİRİ 1BESİN ZİNCİRİ 2Madde ve enerjinin bir canlıdan ötekine yiyecek biçiminde aktarılma dizisi. Canlılar arasındaki beslenme ilişkileri, bir zincirin halkaları biçiminde düşünülebilir. Bu zinciri “üreticiler”, “tüketiciler” ve “ayrıştırıcılar” oluşturur. Besin zincirinde, aynı zamanda bir canlıdan bir başkasına enerji de aktarılır.
Her besin zinciri Güneş’le başlar. Güneş enerjisi, yeşil bitkilerin (üreticiler) fotosentez yapmaları sırasında besin maddelerine bağlanır. Bu zincir aşağıdan üreticilerden başlayarak yukarıya tüketicilere doğru devam eder. Besin zinciri bir ekosistemde kimyasal maddelerin dönüşümünün açıklanmasında ve enerji akışını belirlemede yararlıdır.
Bir beslenme zincirinde en çok dört ya da beş basamak bulunabilir. Besin zincirinin halkalarını oluşturan her canlıda, ısı biçiminde bir enerji kaybı olur. Örneğin kalabalık bölgelerde yaşayan insanlar, tahıl yiyen hayvanlar yerine, doğrudan tahılla beslenmeyi tercih ederler. Bu sayede besin zincirinin bir halkasını azalttıklarından toplam yiyecek miktarını azaltmış olurlar. Besin zinciri kısaldığından son tüketiciye ulaşan enerji miktarı da artmış olur.

BESİN ZEHİRLENMESİ


BESİN ZEHİRLENMESİBesin maddelerinde bulunan bakteriler ya da bu bakterilerin toksinlerinin neden olduğu akut hastalıklara verilen ad. Gıda maddelerine bazı kimyasalların bulaşması sonucunda da görülebilir. Ölümle sonuçlanabilir. Besin zehirlenmelerine çoğunlukla bakteri türü mikroorganizmalar yol açar. Bu bakteriler 5-70oC arasında, daha çok oda sıcaklığı ve üzerindeki derecelerde çoğalırlar. Genellikle 5oC ve altındaki derecelerde çoğalamazlar. Bu nedenle besin zehirlenmelerinin yaz aylarında görülme sıklığı artar. Bu bakteriler ancak 70oC ve üzerindeki sıcaklıklarda uygun süre ısıtmayla ölür. Asit ortamlarda yani düşük nem, yüksek tuz ve şeker içeren gıdalardaysa çoğalamaz. Bu nedenle ızgara ve kızartma gibi yöntemlerden çok fırında ya da düdüklü tencerede pişirme daha güvenli kabul edilmektedir.
Ayrıca donmuş gıdaların tüketim tarihleri dikkate alınmalıdır. Bunlar dışında sert peynir, yoğurt, pastörize sütten yapılmış tereyağı gibi ürünler, asit ortam ve düşük nem koşulları nedeniyle daha sağlıklıdır. Yeterince pişirilmiş besinler, çay, kahve, asitli gıdalar, reçel gibi yüksek şekerli gıdalar, karbonatlı ve şişelenmiş gıdalar da güvenle tüketilebilecek gıdalar arasındadır.

BESİN PİRAMİDİ

BESİN PİRAMİDİBeslenme düzeyini gösterme bakımından üretici ve tüketici basamaklarının sırasını açıklayan sayısal değerlerin oluşturduğu model. Örneğin, yıllık bir sürede birkaç yüz çekirgenin yaşamını sürdürebilmesi için yüz binlerce bitki gerekir. Onlarca kurbağanın yaşamını sürdürebilmesi için birkaç yüz çekirge gereklidir. Bir yılanın yaşamının sürmesiyse onlarca kurbağaya bağlıdır. Besin piramidinde yukarıya doğru çıkıldıkça canlı sayısı azalır.

BESİN


BESİNCanlıların gelişmek ve yaşamlarını sürdürebilmek için gereksinim duydukları gıda maddeleri. Her canlı, gereksinimi olan enerjiyi ve öteki maddeleri besinlerden sağlar. Bütün canlılar bu nedenle beslenir.
Bitkiler fotosentez yaparken; bazı hayvanlar bitkileri, bazı hayvanlar da öteki hayvanları besin olarak kullanır. Bazı tek hücreli canlılar, besin olarak belirli maddeleri kullanırken çok hücreli canlılar çok çeşitli maddeleri besin olarak almak zorundadır.
İnsan, gelişmiş bir canlı olarak, değişik besinlere ihtiyaç duyar. Bitkilerden sağlanan besinlere “bitkisel besinler” denir. Hayvanlardan sağlanan et, süt, bal ve yumurta gibi besinlere de “hayvansal besinler” denir. Bu besinlerden sağlanan proteinler, yağlar ve karbon hidratlar yapı taşları olarak kullanılır.
Karbon hidratlar, yapı taşı olarak kullanılmanın yanı sıra, enerji elde etmede de ilk sırada kullanılır. Karbon hidratlardan sonra yağlar, yağlardan sonra da proteinler enerji elde etmede kullanılır. Bedendeki işleyişi proteinler ve vitaminler düzenler.

BERNANOS, GEORGES


(1888 Paris, Fransa - 1948 Neuillysur Seine, Fransa) Fransız yazarı. Sorbonne Üniversitesinde hukuk ve filoloji öğrenimi gördü. 1914 yılında gönüllü olarak savaşa katıldı. Savaştan sonra sigorta müfettişliği yaptı. Şeytanın Güneşinin Üstünde adlı romanının büyük başarı kazanması üzerine, yaşamını kalemiyle sürdürmek için görevinden ayrıldı. Ancak çok kalabalık olan ailesini geçindirmekte çok zorlandı. 1933 yılında geçirdiği bir motosiklet kazası sonucu yaşamı boyunca sakat kaldı.
1936′da büyük Akademi Ödülü’nü kazandı. 1938 yılında Brezilya’ya göç etti. Orada bir süre çiftçilik yaptı. Fransa’ya geri dönerek konferanslar verdi. Yakalandığı karaciğer hastalığı sonucunda öldü.
Dinsel romanın yeniden yaratıcısı ve en önemli temsilcilerinden biri olarak ün yaptı. Yapıtlarında insanoğlunun içindeki tanrı şeytan çatışmasını geniş olarak ele aldı. Yapıtlarında olaylar hemen her zaman bir köy ortamında geçti. Romanlarının yanı sıra, politik yazılar da kaleme aldı; faşizmi eleştiren yazılar yazdı. Münih antlaşmasına şiddetle karşı çıktı ve hükûmetin düşmana boyun eğmesini eleştirdi.
Başlıca yapıtları şunlardır:
Romanları; Şeytanın Güneşinin Üstünde (1926), Hile (1927), Zevk (1929), Bir Gece (1928), Gölge Diyalogları (1928), Bir Cinayet (1935), Taşralı bir Rahibin Güncesi (1936), Mouchette’in Yeni Tarihi (1937), Kötü Bir Düş (1951).

BERKAND, MUAZZEZ TAHSİN


MUAZZEZ TAHSİN BERKAND(1900 Selânik - 1984 İstanbul) Türk roman yazarı. Orta öğrenimini İstanbul’da tamamladı. Bir bankada çevirmen olarak çalıştı. Tüm romanlarında sürekli aşk konusunu işledi. Özellikle kadın okuyucular üzerinde etkili oldu. Romanlarının büyük bir kısmı filme de alındı.
Başlıca yapıtları şunlardır:
Sönen Yıldız (1956), Bülbül Yuvası (1961), Küçük Hanımefendi (1961), Kezban (1963), Gençlik Rüzgârı (1964), Sevgim ve Gururum (1965), Sabah Yıldızı (1968), Saadet Güneşi (1970), Bir Genç Kızın Romanı (1971), Aşk Fırtınası (1972).